Bebeklik ve Çocukluk Dönemi: Keşfetme ve Öğrenme

Her şey yolunda giderse, bebek hamileliğin 38. haftası civarında doğar. Fetüs kendi doğumundan kısmen de olsa sorumludur çünkü gelişmekte olan fetüs beyni tarafından salgılanan kimyasallar annenin rahmindeki kasları tetikleyerek doğumun ritmik kasılmalarını başlatır. Kasılmalar başlangıçta yaklaşık 15 dakikalık aralıklarla gerçekleşir ancak zamanla daha hızlı bir şekilde gelir. Kasılmalar 2 ila 3 dakikalık bir aralığa ulaştığında, anneden doğuma yardımcı olması ve bebeği dışarı itmeye yardımcı olması istenir.

Yeni Doğan Birçok Davranışı ile Birlikte Gelir

Yeni doğanlar, deneyimlemek üzere oldukları yeni dünyayla yüzleşmeye çoktan hazırdır. Görüldüğü gibi, aşağıdaki tabloda "Yenidoğanlardaki Hayatta Kalma Refleksleri"nde, bebekler hayatta kalmalarına yardımcı olacak çeşitli reflekslerle donatılmışlardır. Bu refleksler, ilk birkaç ay boyunca hayatta kalmalarına yardımcı olacak yetenekler sunar ve çevrelerinde hayatta kalmalarına ve etkilemelerine yardımcı olacak yeni rutinleri öğrenmeye devam ettikçe onlara yardımcı olur.

Tablo; Yenidoğanlarda Hayatta Kalma Refleksleri

İsimUyarıcıCevapEhemmiyetVideo
Köklenme refleksiBebeğin yanağı okşanır.Bebek başını okşamaya doğru çevirir, ağzını açar ve emmeye çalışır.Bebeğin beslenmesinin refleksif bir alışkanlık olmasını sağlarhttp://www.youtube.com/watch?v=GDQmakJmHfM
Göz kırpma refleksiBebeğin gözlerine bir ışık tutulur.Bebek iki gözünü de kapatır.Gözleri güçlü ve potansiyel olarak tehlikeli uyaranlardan korurhttp://www.youtube.com/watch?v=glYohCKsBxI
Geri çekilme refleksiBebeğin ayak tabanına yumuşak bir iğne batırılır.Bebek bacağını esnetir.Araştıran bebeği acı veren uyaranlardan uzak tutarhttp://www.youtube.com/watch?v=ZpDUPDU-5jg
Tonik boyun refleksiBebek sırt üstü yatırılır.Bebek başını bir tarafa çevirir ve aynı taraftaki kolunu uzatır.El-göz koordinasyonunu geliştirmeye yardımcı olurhttp://www.youtube.com/watch?v=UWqafotPxTg
Kavrama refleksiBebeğin avuç içine bir nesne bastırılır.Bebek bastırılan nesneyi kavrar ve kısa bir süre için kendi ağırlığını bile tutabilir.Keşifsel öğrenmeye yardımcı olurhttp://www.youtube.com/watch?v=TidY4XPnFUM
Moro refleksiBebeği tutarken yüksek sesler veya ani yükseklik düşüşü.Bebek kollarını ve bacaklarını uzatır ve sanki bir şeyi kavramaya çalışıyormuş gibi hızla içeri çeker.Düşmeye karşı korur; zorlu yolculuklar sırasında bebeklerin annelerine tutunmalarına yardımcı olabilirhttp://www.youtube.com/watch?v=PTz-iVI2mf4
Adım atma refleksiBebek çıplak ayakla bir yüzeyin hemen üzerinde askıya alınır ve ileri doğru hareket ettirilir.Bebek sanki yürümeye çalışıyormuş gibi adım atma hareketleri yapar.Motor gelişimini teşvik etmeye yardımcı olurhttp://www.youtube.com/watch?v=CkGjOwPXsvo

Reflekslere ek olarak, yenidoğanların tercihleri de vardır; ilk başta tatlı yiyecekleri severken, 4 aylık olduklarında tuzlu yiyeceklere daha açık hale gelirler (Beauchamp, Cowart, Menellia ve Marsh, 1994; Blass ve Smith, 1992). Yenidoğanlar da annelerinin kokusunu tercih eder. Sadece 6 günlük bir bebeğin kendi annesinin göğüs pedine yönelme olasılığı, başka bir bebeğin annesinin göğüs pedine yönelme olasılığından çok daha yüksektir (Porter, Makin, Davis ve Christensen, 1992) ve yeni doğmuş bir bebek aynı zamanda kendi annesinin yüzünü de tercih eder (Bushnell, Sai ve Mullin, 1989).

Bebekler bazı faaliyetlere katılmaya hazır olarak doğsalar da, kendi davranışlarıyla kendi gelişimlerine de katkıda bulunurlar. Çocuğun bilgi ve becerileri, gevezelik ettikçe, konuştukça, emekledikçe, tattıkça, kavradıkça, oynadıkça ve çevredeki nesnelerle etkileşime girdikçe artar (Gibson, Rosenzweig ve Porter, 1988; Gibson ve Pick, 2000; Smith ve Thelen, 2003). Ebeveynler, çocuk için çeşitli etkinlikler ve deneyimler sağlayarak bu sürece yardımcı olabilirler. Araştırmalar, daha fazla yeni nesne içeren ve çeşitli uyarıcı faaliyetlerde bulunan ortamlarda yetiştirilen hayvanların daha fazla beyin sinapsına ve daha büyük serebral kortekse sahip olduğunu ve daha yoksul ortamlarda yetiştirilen hayvanlara kıyasla çeşitli öğrenme görevlerinde daha iyi performans gösterdiklerini ortaya koymuştur (Juraska, Henderson ve Müller, 1984). Benzer etkiler muhtemelen oyun oynama, keşfetme ve çevreleriyle etkileşime girme fırsatlarına sahip çocuklarda da ortaya çıkmaktadır (Soska, Adolph ve Johnson, 2010).

Araştırma Odağı: Bebeklerin Ne Bildiğini Araştırmak için Alışkanlık Tekniğini Kullanmak
Bebeklerin çevrelerindeki dünyayı görme, duyma, anlama veya hatırlama becerilerinin çok az olduğunu düşünebilirsiniz. Nitekim ünlü psikolog William James, yeni doğanın “uğultulu bir kafa karışıklığı” yaşadığını varsaymıştır (James, 1890, s. 462). Ve bebekler James’in onlara verdiğinden daha fazlasını biliyor olsalar bile, ne bildiklerini öğrenmenin mümkün olmayabileceğini düşünebilirsiniz. Ne de olsa bebekler konuşamaz ya da sorulara yanıt veremez, o halde nasıl öğrenebiliriz ki? Ancak son yirmi yılda, gelişim psikologları bebeklerin ne bildiklerini belirlemek için yeni yollar geliştirdiler ve sizin ya da William James’in beklediğinden çok daha fazlasını bildiklerini keşfettiler.

Bebeklerin bilişsel gelişimi hakkında bilgi edinmenin bir yolu da çevrelerindeki uyaranlara tepki olarak gösterdikleri davranışları ölçmektir. Örneğin, bazı araştırmacılar bebeklere bir emziği ne kadar sert emdiklerine göre hangi şekilleri göreceklerini veya hangi sesleri duyacaklarını kontrol etme şansı vermiştir (Trehub & Rabinovitch, 1972). Emme davranışı, bebeklerin uyarıcılara olan ilgisinin bir ölçüsü olarak kullanılır; en çok emdikleri sesler veya görüntüler, tercih ettiklerini varsayabileceğimiz seslerdir.

Bebeklerin davranışlarını gözlemleyerek bilişsel gelişimi anlamaya yönelik bir başka yaklaşım da alışkanlık tekniğinin kullanılmasıdır. Alışkanlık, bir uyarıcı art arda birçok kez sunulduktan sonra ona karşı tepkinin azalması anlamına gelir. Bebekler de dahil olmak üzere organizmalar, bir şeyle ilk birkaç kez karşılaştıklarında ona daha fazla ilgi duyma ve daha sık karşılaştıklarında daha az ilgi duyma eğilimindedirler. Gelişim psikologları bu genel prensibi, bebeklerin neleri hatırladığını ve anladığını anlamalarına yardımcı olması için kullanmışlardır.

Alışkanlık prosedüründe, bir bebek yüksek bir sandalyeye yerleştirilir ve bir video kamera bebeğin göz ve yüz hareketlerini kaydederken görsel uyaranlar sunulur. Deney başladığında, bebeğin görüş alanında bir uyarıcı (örneğin, bir yetişkinin yüzü) belirir ve bebeğin yüze baktığı süre kamera tarafından kaydedilir. Daha sonra uyaran birkaç saniyeliğine kaldırılır, ardından tekrar belirir ve bakışlar tekrar ölçülür. Zamanla bebek yüze alışmaya başlar, öyle ki her sunum uyarana daha az bakmasına neden olur. Ardından, yeni bir uyaran (örneğin, farklı bir yetişkinin yüzü veya farklı bir yöne bakan aynı yüz) sunuluyor ve araştırmacılar bakış süresinin önemli ölçüde artıp artmadığını gözlemliyor. Yeni bir uyaran sunulduğunda bebeğin bakış süresi artıyorsa, bunun bebeğin iki uyaranı ayırt edebildiğini gösterdiğini görebilirsiniz. Bu prosedür çok basit olmasına rağmen, araştırmacıların bir yenidoğanın bilişsel yeteneği hakkında çok şey ortaya koyan varyasyonlar oluşturmasına olanak tanır. İşin püf noktası, bebeğin “farkı fark edip etmediğini” görmek için uyarıcıyı kontrollü bir şekilde değiştirmektir. Alışkanlık prosedürünü kullanan araştırmalar, bebeklerin renklerdeki, seslerdeki ve hatta sayı ve fizik ilkelerindeki değişiklikleri fark edebildiğini ortaya koymuştur. Örneğin, Karen Wynn (1995) tarafından rapor edilen bir deneyde, 6 aylık bebeklere, iki ya da üç kez tekrar tekrar yukarı aşağı zıplayan bir kukla sunumu gösterilmiş ve diziler arasında birkaç saniye dinlendirilmiştir (sürenin uzunluğu ve zıplama hızı kontrol edilmiştir). Bebekler bu gösteriye alıştıktan sonra, sunum kuklanın farklı sayıda zıplamasını sağlayacak şekilde değiştirilmiştir. İki aşağıdaki şekil “Bebekler Matematik Yapabilir mi?” bölümünde görebileceğiniz gibi, Wynn sunumu değiştirdiğinde bebeklerin bakış süresi artmıştır, bu da bebeklerin zıplama sayısı arasındaki farkı anlayabildiğini göstermektedir.
Father with baby watching tv[Toshimasa Ishibashi – CC BY 2.0.] Alışkanlık prosedürü, bebeklerin bilişsel yeteneklerini değerlendirmek için kullanılır.

Şekil; Bebekler Matematik Yapabilir mi?

Karen Wynn, bir kuklanın iki ya da üç kez zıplamasına alışmış olan bebeklerin, kukla farklı sayıda zıplamaya başladığında bakışlarını önemli ölçüde artırdıklarını bulmuştur. [dapted from Wynn, K. (1995). Infants possess a system of numerical knowledge. Current Directions in Psychological Science, 4, 172–176.]

Çocukluk Döneminde Bilişsel Gelişim

Çocukluk, değişimlerin hızla gerçekleştiği bir dönemdir. Çocuk fiziksel olarak büyüyor ve bilişsel yetenekleri de gelişiyor. Bu süre zarfında çocuk aktif olarak çevreyi manipüle etmeyi ve kontrol etmeyi öğrenir ve özellikle mesane ve bağırsakları kontrol etme ihtiyacı olmak üzere toplumun gereksinimlerine ilk kez maruz kalır. Erik Erikson'a göre, çocukluk döneminde çocuğun başarması gereken zorluklar inisiyatif, yetkinlik ve bağımsızlık gelişimi ile ilgilidir. Çocukların dünyayı keşfetmeyi, kendilerine güvenmeyi ve çevrede kendi yollarını çizmeyi öğrenmeleri gerekir.

Jean Piaget[mirjoran – Jean Piaget – CC BY 2.0.] Jean Piaget, çocuk gelişimi teorilerini çocukların davranışlarını gözlemleyerek geliştirmiştir.

Bu beceriler bir gecede ortaya çıkmaz. Çocukluk dönemindeki nörolojik değişiklikler, çocuklara belirli yaşlarda bazı şeyleri yapma becerisi sağlarken, diğer şeyleri yapmalarını imkansız hale getirir. Bu gerçek, İsviçreli psikolog Jean Piaget'nin çığır açan çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır. 1920'lerde Piaget, çocukların ne tür mantıksal düşünme yeteneğine sahip olduklarını belirlemek amacıyla çocuklara zeka testleri uyguluyordu. Çocukları test etme sürecinde Piaget, çocukların doğru cevaplarından çok yanlış cevaplarıyla ilgilenmeye başladı. Piaget, çocukların verdiği yanlış cevapların sadece karanlıkta kalmış cevaplar olmadığına, daha ziyade çocukların gelişim evresine özgü düşünme biçimlerini temsil ettiğine inanıyordu. Tıpkı neredeyse tüm bebeklerin kendi başlarına oturmayı öğrenmeden önce yuvarlanmayı ve yürümeyi öğrenmeden önce emeklemeyi öğrenmeleri gibi, Piaget de çocukların bilişsel yeteneklerini gelişimsel bir düzen içinde kazandıklarına inanıyordu. Farklı yaşlardaki çocukların temelde farklı şekillerde düşündükleri yönündeki bu görüşler, Piaget'nin bilişsel gelişim aşama modeline yol açmıştır.

Piaget, çocukların sadece pasif olarak öğrenmediklerini, aynı zamanda aktif olarak dünyalarını anlamlandırmaya çalıştıklarını savunmuştur. Çocukların öğrendikçe ve olgunlaştıkça, bilgiyi hatırlamalarına, organize etmelerine ve yanıt vermelerine yardımcı olan şemalar (uzun süreli bellekteki bilgi kalıpları) geliştirdiklerini savunmuştur. Ayrıca Piaget, çocukların yeni şeyler deneyimlediklerinde, yeni bilgiyi mevcut şemalarla uzlaştırmaya çalıştıklarını düşünmüştür. Piaget, çocukların bunu yaparken asimilasyon ve uyum olarak adlandırdığı iki farklı yöntem kullandığına inanmıştır (bkz. aşağıdaki şekil "Asimilasyon ve Uyum").

Şekil; Asimilasyon ve Uyum

Çocuklar özümseme yöntemini kullandıklarında, yeni bilgileri anlamak için halihazırda geliştirdikleri şemaları kullanırlar. Eğer çocuklar atlar için bir şema öğrenmişlerse, hayvanat bahçesinde gördükleri çizgili hayvana zebra yerine at diyebilirler. Bu durumda, çocuklar mevcut şemayı yeni bilgiye uydurur ve yeni bilgiyi mevcut bilgiyle etiketler. Öte yandan uyum, yeni bilgilerin öğrenilmesini ve dolayısıyla şemanın değiştirilmesini içerir. Bir anne "Hayır tatlım, o bir zebra, at değil" dediğinde, çocuk şemasını yeni uyarıcıya uyacak şekilde uyarlayabilir ve farklı türde dört ayaklı hayvanlar olduğunu, bunlardan sadece birinin at olduğunu öğrenebilir.

Piaget'nin bilişsel gelişimi anlamaya en önemli katkısı ve teorisinin temel yönü, gelişimin benzersiz ve farklı aşamalarda gerçekleştiği, her aşamanın belirli bir zamanda, sıralı bir şekilde ve çocuğun yeni kapasiteler kullanarak dünya hakkında düşünmesini sağlayacak şekilde gerçekleştiği fikriydi. Piaget'nin bilişsel gelişim aşamaları aşağıdaki tablo "Piaget'nin Bilişsel Gelişim Aşamaları"nda özetlenmiştir.

Tablo; Piaget'nin Bilişsel Gelişim Aşamaları

EvreYaklaşık yaş aralığıNitelikAşama kazanımları
SensorimotorDoğumdan yaklaşık 2 yaşına kadarÇocuk dünyayı görme, duyma, dokunma ve tatma gibi temel duyuları aracılığıyla deneyimler.Nesne kalıcılığı
Bilişsel gelişim öncesi2 ila 7 yaş arasıÇocuklar dil ve zihinsel imgeler aracılığıyla dünyayı içsel olarak temsil etme becerisi kazanırlar. Ayrıca dünyayı diğer insanların bakış açılarından görmeye başlarlar.Zihin teorisi; dil becerisinde hızlı artış
Somut işlemsel evre7 – 11 yaş arasıÇocuklar mantıklı düşünebilir hale gelir. Sadece hayal edilen nesneler üzerinde giderek daha fazla işlem yapabilirler.Korunum
Formel işlemsel evre11 yaşından yetişkinliğe kadarErgenler sistematik düşünebilir, soyut kavramlar hakkında akıl yürütebilir, etik ve bilimsel akıl yürütmeyi anlayabilir.Soyut mantık

Piaget için ilk gelişimsel aşama, doğumda başlayan ve yaklaşık 2 yaşına kadar süren bilişsel aşama olan sensorimotor aşamadır. Bebeklerin etraflarındaki nesnelerle kurdukları doğrudan fiziksel etkileşimlerle tanımlanır. Bu aşamada bebekler ilk şemalarını birincil duyularını kullanarak oluştururlar - çevrelerindeki şeylere bakarlar, dinlerler, uzanırlar, tutarlar, sallarlar ve tadarlar.

Algısal motor dönem sırasında bebeklerin dünyayı algılamak için duyularını kullanmaları, anlayışları için o kadar merkezi bir öneme sahiptir ki bebekler nesneleri doğrudan algılamadıklarında, onların bakış açısına göre nesneler var değildir. Örneğin Piaget, bebeklerin önce bir oyuncakla ilgilenip sonra oyuncağı bir battaniyeyle örttüğünde, 6 aylıktan küçük çocukların sanki oyuncak tamamen kaybolmuş gibi davrandıklarını, battaniyenin altında oyuncağı bulmaya çalışmadıklarını ama yine de battaniye kaldırıldığında gülümseyip oyuncağa uzandıklarını tespit etmiştir. Piaget, çocukların nesnenin sadece örtüldüğünü ve yok olmadığını fark etmelerinin yaklaşık 8 aya kadar gerçekleşmediğini bulmuştur. Piaget nesne kalıcılığı terimini, çocuğun nesne algılanamadığında bile bir nesnenin var olduğunu bilme becerisine atıfta bulunmak için kullanmıştır.

Video Klip: Nesne Kalıcılığı

http://www.youtube.com/watch?v=nwXd7WyWNHY

Yaklaşık 8 aylıktan küçük çocuklar nesne kalıcılığını anlamazlar.

Yaklaşık 2 yaşında ve yaklaşık 7 yaşına kadar çocuklar işlemsellik öncesi aşamaya geçerler. Bu aşamada çocuklar dili kullanmaya ve nesneler hakkında daha soyut düşünmeye başlarlar, ancak anlayışları daha sezgiseldir ve fazla çıkarım yapma veya mantık yürütme yetenekleri yoktur. Düşünce işlemsellik öncesi düzeydedir, yani çocuk nesneler üzerinde zihinsel olarak işlem yapma veya onları dönüştürme becerisinden yoksundur. Bu yetersizliğin boyutlarını gösteren bir çalışmada Judy DeLoache (1987) çocuklara küçük bir bebek evinin içindeki bir odayı göstermiştir. Odanın içinde, küçük bir kanepenin arkasında küçük bir oyuncak görünüyordu. Araştırmacılar çocukları, bebek evi odasının birebir kopyası olan ancak tam boyutlu başka bir laboratuvar odasına götürdü. 2,5 yaşındaki çocuklardan oyuncağı bulmaları istendiğinde, nereye bakacaklarını bilemediler - oda boyutundaki değişiklikler arasında geçiş yapamadılar. Üç yaşındaki çocuklar ise hemen kanepenin arkasındaki oyuncağı arayarak işlemsel becerilerini geliştirdiklerini gösterdiler.

Küçük çocukların geçişleri görememesi de benmerkezci olmalarına yol açar - diğer insanların bakış açılarını kolayca göremez ve anlayamazlar. Gelişim psikologları zihin teorisini başka bir kişinin bakış açısını alma yeteneği olarak tanımlar ve bunu yapma yeteneği işlemsellik öncesi aşamada hızla artar. Zihin teorisinin gelişiminin bir gösteriminde, bir araştırmacı bir çocuğa başka bir çocuğun (ona Anna diyelim) kırmızı bir kutuya top koyduğu bir video gösterir. Daha sonra Anna odadan ayrılıyor ve video, o yokken bir araştırmacının topu kırmızı kutudan mavi kutuya taşıdığını gösteriyor. Video devam ederken, Anna odaya geri gelir. Daha sonra çocuktan Anna'nın muhtemelen topunu bulmak için bakacağı kutuyu işaret etmesi istenir. Dört yaşından küçük çocuklar tipik olarak Anna'nın topun yerinin değiştirildiğini bilmediğini anlayamazlar ve Anna'nın topu mavi kutuda arayacağını tahmin ederler. Ancak 4 yaşından sonra çocuklar bir zihin teorisi geliştirir - farklı insanların farklı bakış açılarına sahip olabileceğini ve (yanılıyor olsa da) Anna'nın yine de topun hala kırmızı kutuda olduğunu düşüneceğini fark ederler.

Yaklaşık 7 yaşından sonra çocuk, geçişlerin, işlemlerin ve zaman, mekan ve sayılar da dahil olmak üzere soyut kavramların daha sık ve daha doğru kullanımı ile işaretlenen somut işlem aşamasına geçer. Somut operasyonel aşamada önemli bir dönüm noktası, korunumun geliştirilmesidir - bir nesnenin biçimindeki değişikliklerin mutlaka nesnenin miktarında değişiklik anlamına gelmediği anlayışı. 7 yaşından küçük çocuklar genellikle uzun bir bardak sütün daha kısa ve geniş bir bardak sütten daha fazla süt içerdiğini düşünürler ve aynı sütün bardaklar arasında ileri geri döküldüğünü gördüklerinde bile buna inanmaya devam ederler. Bu çocukların sadece bir boyuta (bu durumda camın yüksekliği) odaklandığı ve diğer boyutu (genişlik) göz ardı ettiği görülmektedir. Ancak çocuklar somut işlemler aşamasına ulaştıklarında, bu tür dönüşümleri anlama becerileri, sütün farklı bardaklarda farklı görünmesine rağmen miktarının aynı olması gerektiğinin farkına varmalarını sağlar.

Video Klip: Korunum

http://youtu.be/YtLEWVu815o

Yaklaşık 7 yaşından küçük çocuklar korunum ilkelerini anlamazlar.

Yaklaşık 11 yaşında çocuklar, soyut terimlerle düşünme ve bilimsel ve felsefi düşünce çizgilerini kullanma becerisiyle belirginleşen biçimsel işlemsel aşamaya girerler. Resmi operasyonel aşamasındaki çocuklar, sonuçlar üzerindeki etkilerini belirlemek için alternatif fikirleri sistematik olarak daha iyi test edebilirler. Örneğin, bir durumun farklı yönlerini gelişigüzel değiştirerek net sonuçlara varmak yerine, sistematik olarak her seferinde bir şeyde değişiklik yapar ve bu değişikliğin ne gibi bir fark yarattığını gözlemlerler. "Eğer bu ise, o zaman şu" gibi tümdengelimsel akıl yürütmeyi kullanmayı öğrenirler ve sadece gerçekte var olanları değil, "olabilecek" durumları da hayal edebilir hale gelirler.

Piaget'nin teorileri gelişim psikolojisine önemli ve kalıcı katkılarda bulunmuştur. Katkıları arasında, çocukların sadece pasif bilgi alıcıları olmadıkları, aksine yeni bilgi edinme ve çevrelerindeki dünyayı anlamlandırma sürecine aktif olarak katıldıkları fikri de yer almaktadır. Bu genel fikir, her biri çocuğun bilgi işleme becerilerinin gelişimini daha iyi anlamamıza yardımcı olmak üzere tasarlanmış birçok başka bilişsel gelişim teorisi ortaya çıkarmıştır (Klahr & McWinney, 1998; Shrager & Siegler, 1998). Ayrıca, Piaget'nin teorisinin teşvik ettiği kapsamlı araştırmalar, bilişin gelişim sırası hakkındaki inançlarını genel olarak desteklemiştir. Piaget'nin çalışmaları birçok alanda da uygulanmıştır - örneğin, birçok öğretmen çocukların gelişimsel olarak hazır oldukları seviyeye yönelik eğitim yaklaşımları geliştirmek için Piaget'nin aşamalarından faydalanmaktadır (Driscoll, 1994; Levin, Siegler ve Druyan, 1990).

Yıllar geçtikçe Piaget'nin fikirleri daha da geliştirilmiştir. Örneğin, artık nesne kalıcılığının gerçek bir aşama modelinin öngördüğü gibi hemen değil, kademeli olarak geliştiğine ve bazen Piaget'nin beklediğinden çok daha erken gelişebileceğine inanılmaktadır. Renée Baillargeon ve meslektaşları (Baillargeon, 2004; Wang, Baillargeon ve Brueckner, 2004) bebekleri bir alışkanlık düzeneğine yerleştirerek, bir nesnenin bir ekranın arkasına, tamamen gözden uzak bir şekilde yerleştirilmesini izlemelerini sağlamışlardır. Araştırmacılar daha sonra nesnenin farklı bir yerde başka bir ekranın arkasından yeniden görünmesini sağladılar. Bu olay örüntüsünü gören bebekler, aynı nesnenin ekranlar arasında fiziksel olarak hareket ettirilmesine tanık olan bebeklere kıyasla ekrana daha uzun süre baktı. Bu veriler, bebeklerin nesnenin ekranın arkasında saklı olsa da hala var olduğunun farkında olduklarını ve dolayısıyla Piaget'nin öngördüğü 8 aylık dönemden ziyade 3 aylıkken nesne kalıcılığı sergilediklerini göstermektedir.

Piaget'yi şaşırtmış olabilecek bir başka faktör de çocuğun sosyal çevresinin öğrenmeyi ne ölçüde etkilediğidir. Bazı durumlarda çocuklar, yerine getirdikleri görevin türüne, içinde bulundukları koşullara ve onları eğitmek için kullanılan dilin doğasına bağlı olarak yeni düşünme biçimlerine doğru ilerler ve eskilerine geri dönerler (Courage & Howe, 2002). Ve farklı kültürlerdeki çocuklar bir şekilde farklı bilişsel gelişim modelleri gösterirler. Dasen (1972), Batılı olmayan kültürlerdeki çocukların bir sonraki gelişim aşamasına Batılı kültürlerdeki çocuklardan yaklaşık bir yıl sonra geçtiklerini ve okullaşma düzeyinin de bilişsel gelişimi etkilediğini bulmuştur. Kısacası, Piaget'nin teorisi muhtemelen çevresel faktörlerin sosyal gelişime katkısını hafife almıştır.

Büyük ölçüde Rus bilim adamı Lev Vygotsky'nin (1962, 1978) sosyokültürel teorisine dayanan daha yeni teoriler (Cole, 1996; Rogoff, 1990; Tomasello, 1999), bilişsel gelişimin tamamen çocuğun içinde izole edilmediğini, en azından kısmen sosyal etkileşimler yoluyla gerçekleştiğini savunmaktadır. Bu akademisyenler, çocukların düşüncesinin ebeveynler, akranlar ve öğretmenler de dahil olmak üzere daha yetkin diğer kişilerle sürekli etkileşim yoluyla geliştiğini savunmaktadır.

Vygotsky'nin sosyokültürel teorisinin bir uzantısı, çocukların hem öğretmen hem de öğrenen olarak hizmet ettiği topluluk öğrenimi fikridir. Bu yaklaşım, öğrenmeyi geliştirmenin yanı sıra sorumluluğu ve başkalarına saygıyı artırmak için sınıflarda sıklıkla kullanılmaktadır. Çocuklar materyalleri öğrenmek için gruplar halinde işbirliği içinde çalıştıklarında, birbirlerinin öğrenmelerine yardımcı olabilir ve destekleyebilir, ayrıca birbirleri hakkında birey olarak bilgi edinebilir ve böylece önyargıları azaltabilirler (Aronson, Blaney, Stephan, Sikes ve Snapp, 1978; Brown, 1997).

Çocukluk Döneminde Sosyal Gelişim

Çocukların çevreleriyle etkileşime girmeyi ve çevrelerini anlamayı öğrenmeleri, bilişsel yeteneklerindeki kayda değer artışlar sayesinde gerçekleşir. Ancak bu bilişsel beceriler, çocukluk döneminde meydana gelen değişikliklerin yalnızca bir parçasıdır. Çocuğun sosyal becerilerinin gelişimi de aynı derecede önemlidir - çevrelerindeki diğer insanları anlama, tahmin etme ve onlarla bağ kurma becerisi.

Kendini Tanımak: Benlik Kavramının Gelişimi

Bir çocuğun sosyal gelişimindeki önemli kilometre taşlarından biri de kendi varlığını öğrenmesidir. Bu öz farkındalık bilinç olarak bilinir ve bilincin içeriği de benlik kavramı olarak bilinir. Benlik kavramı, kişilik özelliklerimiz, fiziksel karakteristiklerimiz, yeteneklerimiz, değerlerimiz, hedeflerimiz ve rollerimiz hakkındaki inançlarımızın yanı sıra birey olarak var olduğumuz bilgisini de içeren bir bilgi temsili veya şemasıdır (Kagan, 1991).

A collage of: a baby looking in a mirror, a chimpanzee behind a tree, and a puppy looking in a mirror[Kona Gallagher – Hey baby, want to play? – CC BY-SA 2.0; Chi King – Hey, What’s Going On? – CC BY 2.0; Molly Marshall – Brentley’s Reflection – CC BY-NC 2.0.] Öz farkındalığın basit bir testi, kişinin kendisini aynada tanıyabilmesidir. İnsanlar ve şempanzeler bu testi geçebilirken köpekler asla geçemez.

Şempanzeler, orangutanlar ve belki de yunuslar dahil olmak üzere bazı hayvanlar en azından ilkel bir benlik duygusuna sahiptir (Boysen & Himes, 1999). Bir çalışmada (Gallup, 1970), araştırmacılar anestezi altındaki şempanzelerin alınlarına kırmızı bir nokta çizmiş ve ardından her bir hayvanı aynalı bir kafese yerleştirmiştir. Şempanzeler uyanıp aynaya baktıklarında, aynadaki yüzlerdeki noktaya değil, kendi yüzlerindeki noktaya dokundular. Bu eylemler, şempanzelerin diğer hayvanlara değil kendilerine baktıklarını anladıklarını göstermektedir ve dolayısıyla birey olarak var olduklarını fark edebildiklerini varsayabiliriz. Öte yandan, köpekler, kediler ve maymunlar da dahil olmak üzere diğer hayvanların çoğu aynada gördüklerinin kendileri olduğunu asla fark etmezler.

Alınlarına benzer bir kırmızı nokta çizilen bebekler, aynada kendilerini şempanzelerle aynı şekilde tanırlar ve bunu yaklaşık 18 aylıkken yaparlar (Povinelli, Landau ve Perilloux, 1996). Çocuğun benlik hakkındaki bilgisi, çocuk büyüdükçe gelişmeye devam eder. Bebek, 2 yaşına geldiğinde kız ya da erkek olarak cinsiyetinin farkına varır. 4 yaşına gelindiğinde, benlik tanımları muhtemelen saç rengi ve sahip olunan eşyalar gibi fiziksel özelliklere dayanır ve yaklaşık 6 yaşına gelindiğinde, çocuk temel duyguları ve özellik kavramlarını anlayabilir ve "Ben iyi bir insanım" gibi ifadeler kullanabilir (Harter, 1998).

Çocuklar ilkokula başladıktan kısa bir süre sonra (yaklaşık 5 veya 6 yaşlarında), sosyal karşılaştırma olarak bilinen bir süreç olan diğer çocuklarla karşılaştırma yapmaya başlarlar. Örneğin, bir çocuk kendisini bir çocuktan daha hızlı ama diğerinden daha yavaş olarak tanımlayabilir (Moretti & Higgins, 1990). Erikson'a göre, bu sürecin önemli bileşeni yetkinlik ve özerklik gelişimidir; kişinin diğer çocuklara göre kendi yeteneklerinin farkına varması. Ve çocuklar sosyal durumların giderek daha fazla farkına varmaktadırlar; başkalarının kendilerine baktığı ve yargıladığı gibi kendilerinin de başkalarına baktığını ve yargıladığını anlarlar (Doherty, 2009).

Başkalarıyla Başarılı Bir Şekilde İlişki Kurmak: Bağlanma

Bir çocuğun öğrenmesi gereken en önemli davranışlardan biri, başkaları tarafından nasıl kabul edileceğidir; yakın ve anlamlı sosyal ilişkilerin geliştirilmesi. Kendimizi en yakın hissettiğimiz kişilerle geliştirdiğimiz duygusal bağlar ve özellikle de bir bebeğin annesiyle veya birincil bakıcısıyla geliştirdiği bağlar bağlanma olarak adlandırılır (Cassidy & Shaver, 1999).

Two mothers and their babiesÇocuklar, bakım verenlerle etkileşimleri yoluyla uygun bağlanma stilleri geliştirirler. [Sharon Mollerus – Moms and Boys at the Fountain – CC BY 2.0.]

1930'ların sonlarında psikologlar, yetimhane gibi kurumlarda yetişen, iyi fiziksel bakım ve uygun beslenme alan çocukların, bakıcılarıyla çok az etkileşimde bulunsalar bile normal bir şekilde gelişeceklerine inanıyorlardı. Ancak gelişim psikoloğu John Bowlby (1953) ve diğerleri tarafından yapılan çalışmalar, bu çocukların normal bir şekilde gelişmediğini, genellikle hasta, duygusal olarak yavaş ve genellikle motivasyonsuz olduklarını göstermiştir. Bu gözlemler, normal bebek gelişiminin bir bakıcıya başarılı bir şekilde bağlanmayı gerektirdiğini açıkça ortaya koymaya yardımcı oldu.

Bağlanmanın önemini gösteren klasik bir çalışmada, Wisconsin Üniversitesi psikologları Harry ve Margaret Harlow, biyolojik annelerinden ayrılan genç maymunların kafeslerine getirilen iki vekil anneye verdikleri tepkileri incelemişlerdir. Biri -tel anne- yuvarlak ahşap bir kafa, soğuk metal tellerden oluşan bir ağ ve yavru maymunun içebileceği bir şişe sütten oluşuyordu. İkinci anne, ısıtılmış havlu kumaştan bir battaniyeye sarılmış köpük-kauçuk bir formdu. Harlow'lar, bebek maymunların yiyecek için tel anneye gitmelerine rağmen, ezici bir çoğunlukla yiyecek sağlamayan ancak rahatlık sağlayan sıcak havlu kumaş anneyi tercih ettiklerini ve onunla önemli ölçüde daha fazla zaman geçirdiklerini bulmuşlardır (Harlow, 1958).

Harlow'lar tarafından yapılan çalışmalar, genç maymunların güvenli bir üs sağlayan sıcak anneyi, yiyecek sağlayan soğuk anneye tercih ettiğini göstermiştir.

Harlow'ların çalışmaları, bebeklerin fiziksel olduğu kadar sosyal ihtiyaçları olduğunu da doğrulamıştır. Hem maymunlar hem de insan bebekler kendilerini güvende hissetmelerini sağlayacak güvenli bir zemine ihtiyaç duyarlar. Bu temelden yola çıkarak, dışarı çıkmak ve kendi dünyalarını keşfetmek için ihtiyaç duydukları güveni kazanabilirler. Erikson, güvenli bir temelin önemi konusunda hemfikirdi ve bebeklik döneminin en önemli hedefinin kişinin bakıcılarına karşı temel bir güven duygusu geliştirmesi olduğunu savunuyordu.

John Bowlby'nin öğrencisi olan gelişim psikoloğu Mary Ainsworth, bebeklerde bağlanma gelişimini incelemekle ilgileniyordu. Ainsworth, bir bebeğin ebeveynine olan bağlılığını ölçen bir laboratuvar testi oluşturdu. Test, çocuğa yabancı olan ve bu nedenle çocuğun ebeveynine olan ihtiyacını artırması muhtemel bir bağlamda gerçekleştirildiği için garip durum olarak adlandırılır (Ainsworth, Blehar, Waters ve Wall, 1978). Yaklaşık 20 dakika süren prosedür sırasında, bebek oyuncaklarla dolu odayı keşfederken ebeveyn ve bebek önce yalnız bırakılır. Daha sonra odaya yabancı bir yetişkin girer ve ebeveynle bir dakika konuşur, ardından ebeveyn odadan çıkar. Yabancı, bebekle birkaç dakika kalır ve ardından ebeveyn tekrar içeri girer ve yabancı odadan çıkar. Tüm oturum boyunca bir video kamera çocuğun davranışlarını kaydeder ve bunlar daha sonra eğitimli kodlayıcılar tarafından kodlanır.

Video Klip: Tuhaf Durum

http://www.youtube.com/watch?v=QTsewNrHUHU

Garip durumda, çocukların ebeveynlerinin ve çevrelerindeki yabancı yetişkinlerin geliş gidişlerine tepki verdikleri gözlemlenir.

Davranışları temelinde, çocuklar dört gruptan birine ayrılır ve her grup bakım verenle farklı türde bir bağlanma ilişkisini yansıtır. Güvenli bağlanma stiline sahip bir çocuk genellikle anne yanındayken özgürce keşfe çıkar ve yabancılarla etkileşime girer. Çocuk anne gittiğinde üzülebilir ama aynı zamanda annenin döndüğünü gördüğünde de mutlu olur. Kararsız (bazen güvensiz-dirençli olarak da adlandırılır) bağlanma stiline sahip bir çocuk genel olarak duruma, özellikle de yabancıya karşı temkinlidir ve oyuncakları keşfetmek yerine anneye yakın durur, hatta ona yapışır. Anne gittiğinde, çocuk son derece sıkıntılıdır ve anne döndüğünde kararsızdır. Çocuk anneye doğru koşabilir ancak anne çocuğu kucağına aldığında ona tutunamayabilir. Kaçıngan (bazen güvensiz-kaçıngan olarak da adlandırılır) bağlanma stiline sahip bir çocuk, anne ayrıldığında veya geri döndüğünde çok az duygu göstererek anneden kaçınacak veya onu görmezden gelecektir. Çocuk, anne yaklaştığında ondan kaçabilir. Çocuk, orada kim olursa olsun çok fazla keşfetmeyecek ve yabancıya anneden çok farklı davranılmayacaktır.

Son olarak, dağınık bağlanma stiline sahip bir çocuğun garip durumun stresiyle başa çıkmak için tutarlı bir yolu yok gibi görünmektedir - çocuk ayrılık sırasında ağlayabilir ancak anne geri döndüğünde ondan kaçabilir veya çocuk anneye yaklaşabilir ancak sonra donup kalabilir veya yere düşebilir. Bağlanma stillerinde bazı kültürel farklılıklar bulunmuş olsa da (Rothbaum, Weisz, Pott, Miyake ve Morelli, 2000), araştırmalar bağlanma kategorilerinin her birine giren çocukların oranının kültürler arasında nispeten sabit olduğunu da ortaya koymuştur (bkz. aşağıdaki şekil "Farklı Bağlanma Stillerine Sahip Çocukların Oranı").

Şekil; Farklı Bağlanma Stillerine Sahip Çocukların Oranı

Grafik, dört bağlanma stilinin her birine sahip olan çocukların yaklaşık oranını göstermektedir. Bu oranlar kültürler arasında oldukça sabittir.

Bağlanma stilindeki farklılıkların daha çok çocuk tarafından mı (doğa) yoksa ebeveynler tarafından mı (yetiştirme) belirlendiğini merak edebilirsiniz. Çoğu gelişim psikoloğu, sosyalleşmenin birincil olduğuna inanmakta ve anne müsait olduğunda ve çocuğun ihtiyaçlarını duyarlı ve uygun bir şekilde karşılayabildiğinde çocuğun güvenli bir şekilde bağlandığını, ancak anne duyarsız olduğunda ve çocuğun ihtiyaçlarına tutarsız bir şekilde yanıt verdiğinde güvensiz tarzların ortaya çıktığını savunmaktadır. Bu fikrin doğrudan bir testinde, Hollandalı araştırmacı Dymphna van den Boom (1994) bazı bebeklerin annelerini, çocuklarının ihtiyaçlarına daha iyi yanıt vermeyi öğrendikleri bir eğitim oturumuna rastgele atamıştır. Araştırma, bu annelerin bebeklerinin, eğitim almayan kontrol grubundaki annelere kıyasla güvenli bağlanma stili gösterme olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur.

Ancak çocuğun bağlanma davranışı, en azından kısmen, bebeğin doğuştan gelen kişilik özellikleri olan mizaçtan da etkilenir. Bazı çocuklar sıcak, arkadaş canlısı ve duyarlı iken, diğerleri daha sinirli, daha az yönetilebilir ve teselli edilmesi zor olma eğilimindedir. Bu farklılıklar bağlanmada da rol oynayabilir (Gillath, Shaver, Baek ve Chun, 2008; Seifer, Schiller, Sameroff, Resnick ve Riordan, 1996). Birlikte ele alındığında, diğer pek çok gelişimsel süreç gibi bağlanmanın da genetik ve sosyalleşme etkilerinin karşılıklı etkileşiminden etkilendiğini söylemek güvenli görünmektedir.

Araştırma Odağı: Bağlanmanın İstikrarını Değerlendirmek için Boylamsal Bir Araştırma Tasarımının Kullanılması
Bebekler tarafından sergilenen bağlanma tarzının yaşamın ilerleyen dönemlerinde çok fazla etkisi olup olmadığını merak edebilirsiniz. Aslında araştırmalar, çocukların bağlanma stillerinin yıllar sonraki duygu ve davranışlarını öngördüğünü ortaya koymuştur (Cassidy ve Shaver, 1999). Psikologlar, boylamsal araştırma tasarımlarını (örneklemdeki bireylerin uzun bir süre boyunca, genellikle birden fazla gelişim aşaması boyunca takip edildiği ve iletişim kurulduğu araştırma tasarımları) kullanarak bağlanma stillerinin zaman içindeki kalıcılığını incelemişlerdir.

Böyle bir çalışmada Waters, Merrick, Treboux, Crowell ve Albersheim (2000) bebeklikten erken yetişkinliğe kadar bağlanma örüntülerindeki istikrar ve değişimin boyutunu incelemişlerdir. Araştırmalarında, 1 yaşındayken garip bir durumda test edilen 60 orta sınıf bebeğe 20 yıl sonra yeniden ulaşılmış ve yetişkin bağlanma ölçütü kullanılarak mülakat yapılmıştır. Waters ve meslektaşları, bebeklerin %72’sinin erken yetişkinlik döneminde, bebekken aldıkları güvenli ve güvensiz bağlanma sınıflandırmasının aynısını aldıklarını bulmuşlardır. Kategorisini değiştiren yetişkinler (genellikle güvenli kategorisinden güvensiz kategorisine), ebeveynlerin ölümü veya boşanması, ağır hastalıklar (ebeveynler veya çocukların kendileri tarafından geçirilen) veya bir aile üyesi tarafından fiziksel veya cinsel istismar gibi travmatik olaylar yaşamış olanlardır.

Boylamsal çalışmalar, insanların zaman içinde genellikle aynı bağlanma stilini sergilediklerini bulmanın yanı sıra, bebeklik döneminde alınan bağlanma sınıflandırmasının (garip durum veya diğer ölçümler kullanılarak değerlendirildiği gibi) birçok çocukluk ve yetişkin davranışını öngördüğünü de bulmuştur. Güvenli bağlanan bebekler, bebekken güvensiz olarak kategorize edilenlere kıyasla akranlarıyla daha yakın ve uyumlu ilişkilere sahiptir, daha az endişeli ve saldırgandır ve başkalarının duygularını daha iyi anlayabilmektedir (Lucas-Thompson & Clarke-Stewart, (2007). Ayrıca güvenli bağlanan ergenler, daha az güvenli bağlanan ergenlere kıyasla daha olumlu akran ve romantik ilişkilere sahiptir (Carlson, Sroufe ve Egeland, 2004).

Boylamsal araştırma yürütmek çok zor bir görevdir, ancak önemli ödülleri vardır. Örneklem yeterince büyük ve zaman dilimi yeterince uzun olduğunda, böyle bir çalışmanın potansiyel bulguları, insanların zaman içinde nasıl değiştiği ve bu değişikliklerin nedenleri hakkında zengin ve önemli bilgiler sağlayabilir. Boylamsal çalışmaların dezavantajları arasında maliyet ve zaman içinde doğru bir şekilde izlenebilecek büyük bir örneklem bulmanın zorluğu ve verileri elde etmek için gereken süre (uzun yıllar) yer almaktadır. Buna ek olarak, sonuçlar uzun bir süreye yayıldığı için, çalışmanın başında sorulan araştırma soruları, araştırma devam ettikçe zamanla daha az ilgili hale gelebilir.

Kesitsel araştırma tasarımları, boylamsal tasarımlara bir alternatif teşkil etmektedir. Kesitsel bir araştırma tasarımında, bir seferde farklı yaşlardaki farklı insanlardan oluşan örnekler arasında yaş karşılaştırmaları yapılır. Bir örnekte, Jang, Livesley ve Vernon (1996) genetiğin kişilik üzerindeki etkisini belirlemek için bir grup 20’li yaşlarında, diğer grup 50’li yaşlarında olmak üzere tek yumurta ve çift yumurta ikizlerinden oluşan iki grup üzerinde çalışmıştır. Genetiğin daha yaşlı ikiz grubunda daha önemli bir rol oynadığını bulmuşlardır; bu da genetiğin daha sonraki yetişkinlik döneminde kişilik için daha önemli hale geldiğini düşündürmektedir.

Kesitsel çalışmalar, bilim insanının sonuç almak için yılların geçmesini beklemek zorunda kalmaması açısından büyük bir avantaja sahiptir. Öte yandan, kesitsel bir çalışmada elde edilen sonuçların yorumlanması, aynı bireylerin zaman içinde incelendiği boylamsal bir çalışmada elde edilen sonuçlar kadar net değildir. En önemlisi, kesitsel çalışmalardan elde edilen yorumların kohort etkileri ile karıştırılabilmesidir. Kohort etkileri, zamanın iki noktasındaki biliş veya davranış farklılıklarının yaştaki değişikliklerle ilgisi olmayan farklılıklardan kaynaklanabileceği olasılığını ifade eder. Farklılıklar bunun yerine tüm bir yaş grubunu etkileyen çevresel faktörlerden kaynaklanıyor olabilir. Örneğin, Jang, Livesley ve Vernon (1996) tarafından genç ve yaşlı ikizlerin karşılaştırıldığı çalışmada, kohort etkileri bir sorun olabilir. İki yetişkin grubu mutlaka farklı zaman dilimlerinde büyümüştür ve ekonomik zorluklar, savaşların varlığı veya yeni teknolojilerin kullanılmaya başlanması gibi toplumsal deneyimlerden farklı şekillerde etkilenmiş olabilirler. Sonuç olarak, bunun gibi kesitsel çalışmalarda gruplar arasındaki farklılıkların (örneğin, çevre ve genetiğin göreceli rolleri açısından) yaştan mı yoksa diğer faktörlerden mi kaynaklandığını belirlemek zordur.

Önemli Çıkarımlar
-Bebekler, hayatta kalmalarına katkıda bulunan çeşitli beceri ve yeteneklerle doğarlar ve ayrıca çevreleriyle etkileşime girerek aktif olarak öğrenirler.

-Alıştırma tekniği, yenidoğanın hatırlama ve deneyimlerden öğrenme yeteneğini göstermek için kullanılır.

-Çocuklar, dünyanın işleyen şemalarını geliştirmek için hem özümseme hem de uyumu kullanırlar.

-Piaget’nin bilişsel gelişim teorisi, çocukların belirli bir dizi sıralı aşamada geliştiğini öne sürer: sensorimotor, bilişsel gelişim öncesi, somut işlemsel ve biçimsel işlemsel.

-Piaget’nin teorilerinin büyük bir etkisi olmuştur, ancak aynı zamanda eleştirilmiş ve genişletilmiştir.

-Sosyal gelişim, çocukların kendilerini keşfetmekte özgür hissedecekleri güvenli bir temelin geliştirilmesini gerektirir. Bağlanma stilleri, bu temelin güvenliğine ve daha genel olarak insanların ve özellikle çocukların kendileri için önemli olan kişilerle geliştirdikleri ilişki türüne atıfta bulunur.

-Boylamsal ve kesitsel çalışmaların her biri gelişimle ilgili hipotezleri test etmek için kullanılır ve her yaklaşımın avantajları ve dezavantajları vardır.

Alıştırmalar ve Eleştirel Düşünme
1. Sizin veya bir başkasının bilişsel özümseme ve bilişsel uyum gösterebileceği bir duruma örnek verin. Sizce her bir sürecin gerçekleşmesi en çok hangi durumlarda muhtemeldir?

2. Piaget ve Vygotsky’nin bilişsel gelişim teorilerinin küçük çocuklara eğitim veren öğretmenler tarafından nasıl kullanılabileceğine dair bazı örnekler düşünün.

3. Bazı arkadaşlarınızın bağlanma stillerini ebeveynleri ve diğer arkadaşlarıyla olan ilişkileri açısından değerlendirin. Sizce onların tarzı güvenli mi?

  • Ainsworth, M. S., Blehar, M. C., Waters, E., & Wall, S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates.
  • Aronson, E., Blaney, N., Stephan, C., Sikes, J., & Snapp, M. (1978). The jigsaw classroom. Beverly Hills, CA: Sage.
  • Baillargeon, R. (2004). Infants’ physical world. Current Directions in Psychological Science, 13(3), 89–94;
  • Beauchamp, D. K., Cowart, B. J., Menellia, J. A., & Marsh, R. R. (1994). Infant salt taste: Developmental, methodological, and contextual factors. Developmental Psychology, 27, 353–365;
  • Blass, E. M., & Smith, B. A. (1992). Differential effects of sucrose, fructose, glucose, and lactose on crying in 1- to 3-day-old human infants: Qualitative and quantitative considerations. Developmental Psychology, 28, 804–810.
  • Bowlby, J. (1953). Some pathological processes set in train by early mother-child separation. Journal of Mental Science, 99, 265–272.
  • Boysen, S. T., & Himes, G. T. (1999). Current issues and emerging theories in animal cognition. Annual Review of Psychology, 50, 683–705.
  • Bushnell, I. W. R., Sai, F., & Mullin, J. T. (1989). Neonatal recognition of the mother’s face. British Journal of developmental psychology, 7, 3–15.
  • Brown, A. L. (1997). Transforming schools into communities of thinking and learning about serious matters. American Psychologist, 52(4), 399–413.
  • Carlson, E. A., Sroufe, L. A., & Egeland, B. (2004). The construction of experience: A longitudinal study of representation and behavior. Child Development, 75(1), 66–83.
  • Cassidy, J. E., & Shaver, P. R. E. (1999). Handbook of attachment: Theory, research, and clinical applications. New York, NY: Guilford Press.
  • Cole, M. (1996). Culture in mind. Cambridge, MA: Harvard University Press; Rogoff, B. (1990). Apprenticeship in thinking: Cognitive development in social context. New York, NY: Oxford University Press;
  • Courage, M. L., & Howe, M. L. (2002). From infant to child: The dynamics of cognitive change in the second year of life. Psychological Bulletin, 128(2), 250–276.
  • Dasen, P. R. (1972). Cross-cultural Piagetian research: A summary. Journal of Cross-Cultural Psychology, 3, 23–39.
  • DeLoache, J. S. (1987). Rapid change in the symbolic functioning of very young children. Science, 238(4833), 1556–1556.
  • Doherty, M. J. (2009). Theory of mind: How children understand others’ thoughts and feelings. New York, NY: Psychology Press.
  • Driscoll, M. P. (1994). Psychology of learning for instruction. Boston, MA: Allyn & Bacon; Levin, I., Siegler, S. R., & Druyan, S. (1990). Misconceptions on motion: Development and training effects. Child Development, 61, 1544–1556.
  • Gallup, G. G., Jr. (1970). Chimpanzees: Self-recognition. Science, 167(3914), 86–87.
  • Gibson, E. J., & Pick, A. D. (2000). An ecological approach to perceptual learning and development. New York, NY: Oxford University Press.
  • >Gibson, E. J., Rosenzweig, M. R., & Porter, L. W. (1988). Exploratory behavior in the development of perceiving, acting, and the acquiring of knowledge. In Annual review of psychology (Vol. 39, pp. 1–41). Palo Alto, CA: Annual Reviews.
  • Gillath, O., Shaver, P. R., Baek, J.-M., & Chun, D. S. (2008). Genetic correlates of adult attachment style. Personality and Social Psychology Bulletin, 34(10), 1396–1405;
  • Harlow, H. (1958). The nature of love. American Psychologist, 13, 573–685.
  • Harter, S. (1998). The development of self-representations. In W. Damon & N. Eisenberg (Eds.), Handbook of child psychology: Social, emotional, & personality development (5th ed., Vol. 3, pp. 553–618). New York, NY: John Wiley & Sons.
  • James, W. (1890). The principles of psychology. New York, NY: Dover.
  • Jang, K. L., Livesley, W. A., & Vernon, P. A. (1996). The genetic basis of personality at different ages: A cross-sectional twin study. Personality and Individual Differences, 21, 299–301.
  • Juraska, J. M., Henderson, C., & Müller, J. (1984). Differential rearing experience, gender, and radial maze performance. Developmental Psychobiology, 17(3), 209–215.
  • Kagan, J. (1991). The theoretical utility of constructs of self. Developmental Review, 11, 244–250.
  • Klahr, D., & McWhinney, B. (1998). Information Processing. In D. Kuhn & R. S. Siegler (Eds.), Handbook of child psychology: Cognition, perception, & language (5th ed., Vol. 2, pp. 631–678). New York, NY: John Wiley & Sons.
  • Lucas-Thompson, R., & Clarke-Stewart, K. A. (2007). Forecasting friendship: How marital quality, maternal mood, and attachment security are linked to children’s peer relationships. Journal of Applied Developmental Psychology, 28(5–6), 499–514.
  • Moretti, M. M., & Higgins, E. T. (1990). The development of self-esteem vulnerabilities: Social and cognitive factors in developmental psychopathology. In R. J. Sternberg & J. Kolligian, Jr. (Eds.), Competence considered (pp. 286–314). New Haven, CT: Yale University Press.
  • Porter, R. H., Makin, J. W., Davis, L. B., & Christensen, K. M. (1992). Breast-fed infants respond to olfactory cues from their own mother and unfamiliar lactating females. Infant Behavior & Development, 15(1), 85–93.
  • Povinelli, D. J., Landau, K. R., & Perilloux, H. K. (1996). Self-recognition in young children using delayed versus live feedback: Evidence of a developmental asynchrony. Child Development, 67(4), 1540–1554.
  • Rothbaum, F., Weisz, J., Pott, M., Miyake, K., & Morelli, G. (2000). Attachment and culture: Security in the United States and Japan. American Psychologist, 55(10), 1093–1104.
  • Seifer, R., Schiller, M., Sameroff, A. J., Resnick, S., & Riordan, K. (1996). Attachment, maternal sensitivity, and infant temperament during the first year of life. Developmental Psychology, 32(1), 12–25.
  • Shrager, J., & Siegler, R. S. (1998). SCADS: A model of children’s strategy choices and strategy discoveries. Psychological Science, 9, 405–422.
  • Smith, L. B., & Thelen, E. (2003). Development as a dynamic system. Trends in Cognitive Sciences, 7(8), 343–348.
  • Soska, K. C., Adolph, K. E., & Johnson, S. P. (2010). Systems in development: Motor skill acquisition facilitates three-dimensional object completion. Developmental Psychology, 46(1), 129–138.
  • Tomasello, M. (1999). The cultural origins of human cognition. Cambridge, MA: Harvard University Press.
  • Trehub, S., & Rabinovitch, M. (1972). Auditory-linguistic sensitivity in early infancy. Developmental Psychology, 6(1), 74–77.
  • van den Boom, D. C. (1994). The influence of temperament and mothering on attachment and exploration: An experimental manipulation of sensitive responsiveness among lower-class mothers with irritable infants. Child Development, 65(5), 1457–1476.
  • Vygotsky, L. S. (1962). Thought and language. Cambridge, MA: MIT Press; Vygotsky, L. S. (1978). Mind in society. Cambridge, MA: Harvard University Press.
  • Wang, S. H., Baillargeon, R., & Brueckner, L. (2004). Young infants’ reasoning about hidden objects: Evidence from violation-of-expectation tasks with test trials only. Cognition, 93, 167–198.
  • Waters, E., Merrick, S., Treboux, D., Crowell, J., & Albersheim, L. (2000). Attachment security in infancy and early adulthood: A twenty-year longitudinal study. Child Development, 71(3), 684–689.
  • Wynn, K. (1995). Infants possess a system of numerical knowledge. Current Directions in Psychological Science, 4, 172–176.




    Yorumlar

    Bu blogdaki popüler yayınlar

    Gelişim ve Kalıtım Eleştirel Düşünme Soruları

    Periodonsiyum Klinik Uygulamalar

    Dentin Oluşumu