Duygudurum Bozuklukları: Hastalık Olarak Duygular

Mutluluk ve üzüntü duygularımızdaki günlük değişimler, günlük deneyimlerimizin arka planında yer alan olumlu ya da olumsuz duygular olarak tanımlanabilecek ruh halimizi yansıtır. Çoğu durumda nispeten iyi bir ruh hali içindeyizdir ve bu olumlu ruh halinin bazı olumlu sonuçları vardır; bizi yapılması gerekenleri yapmaya ve içinde bulunduğumuz durumlardan en iyi şekilde yararlanmaya teşvik eder (Isen, 2003). İyi bir ruh halindeyken düşünce süreçlerimiz aydınlanır ve başkalarına yaklaşma olasılığımız artar. İyi bir ruh halindeyken, kötü bir ruh halinde olduğumuzdan daha arkadaş canlısı ve başkalarına karşı daha yardımsever oluruz ve daha yaratıcı düşünebiliriz (De Dreu, Baas ve Nijstad, 2008). Öte yandan, kötü bir ruh halindeyken başkalarıyla etkileşime girmek yerine yalnız kalmayı tercih etme olasılığımız daha yüksektir, çevremizdeki olumsuz şeylere odaklanırız ve yaratıcılığımız zarar görür.

Özellikle bir yakınımızın ölümü, iş yerinde yaşadığımız bir hayal kırıklığı ya da eşimizle yaşadığımız bir tartışma gibi acı verici bir olayın ardından, zaman zaman kendimizi "kötü" ya da "düşük" hissetmemiz alışılmadık bir durum değildir. Yorgun olduğumuzda sık sık depresyona gireriz ve birçok insan günlerin kısaldığı kış aylarında özellikle üzgün olduğunu bildirmektedir. Duygudurum (veya duygusal) bozuklukları, kişinin ruh halinin fiziksel, algısal, sosyal ve bilişsel süreçlerini olumsuz etkilediği psikolojik bozukluklardır. Duygudurum bozukluklarından muzdarip kişiler daha yoğun olumsuz ruh halleri yaşama eğilimindedir. ABD nüfusunun yaklaşık %10'u belirli bir yıl içinde bir duygudurum bozukluğundan muzdariptir.

Duygudurum bozukluklarının en yaygın belirtisi, üzüntü veya depresyon olarak da bilinen olumsuz ruh halidir. Depresyonla mücadele eden ve majör depresif bozukluk teşhisi konulan bu kişinin duygularını düşünün:

“Kimseyle yüzleşmek istemiyordum; kimseyle konuşmak istemiyordum. Kendim için hiçbir şey yapmak istemiyordum. Gerçekten derin konsantrasyon gerektiren bir şey yapmak için bir dakika bile oturamazdım… Sanki bacaklarımda kocaman ağırlıklar vardı ve yüzmeye çalışıyordum ama batmaya devam ediyordum. Biraz hava alıyordum, hayatta kalmama yetecek kadar ve sonra tekrar aşağıya iniyordum. Sürekli, sürekli savaşıyordum, savaşıyordum, savaşıyordum, savaşıyordum. (Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü, 2010)”

Zaman zaman "keyifsiz" veya "düşük" hissetmek olağandışı değildir, ancak nüfusun yaklaşık %10'u işlevsiz ve sıkıntılı duygudurum bozukluklarından muzdariptir. [Luis Sarabia – Light at the end of the tunnel – CC BY-NC 2.0.]

Duygudurum bozuklukları her yaşta ortaya çıkabilir ve ortalama başlangıç yaşı 32'dir (Kessler, Berglund, Demler, Jin ve Walters, 2005). Depresif dönemlerin yinelenmesi oldukça yaygındır ve ilk kez 15 yaşından önce depresyon yaşayanlarda en yüksek düzeydedir. Erkeklere kıyasla yaklaşık iki kat daha fazla kadın depresyondan muzdariptir (Culbertson, 1997). Bu cinsiyet farkı birçok ülkede tutarlıdır ve tamamen kadınların depresyonları için tedavi arama olasılıklarının daha yüksek olmasıyla açıklanamaz. Depresyon oranları son yıllarda artış göstermektedir, ancak bu artışın nedenleri bilinmemektedir (Kessler ve ark., 2003).

Aşağıda görebileceğiniz gibi, depresyon deneyiminin davranışlarımız üzerinde çeşitli olumsuz etkileri vardır. Depresyona eşlik eden ilgi, üretkenlik ve sosyal temas kaybına ek olarak, kişinin umutsuzluk ve üzüntü duygusu o kadar şiddetli hale gelebilir ki intihar etmeyi düşünür veya hatta başarır. İntihar, Amerika Birleşik Devletleri'nde önde gelen 11. ölüm nedenidir ve yaklaşık her 16 dakikada bir intihar vakası meydana gelmektedir. İntihar eden kişilerin neredeyse tamamında ölümleri sırasında teşhis edilebilir bir psikiyatrik bozukluk bulunmaktadır (American Association of Suicidology, 20102; American Foundation for Suicide Prevention, 20073; Sudak, 2005).


Depresyon ile İlişkili Davranışlar
-İştah değişiklikleri; kilo kaybı veya alımı

-Konsantre olma, ayrıntıları hatırlama ve karar verme güçlüğü

-Yorgunluk ve enerji azalması

-Umutsuzluk, çaresizlik ve karamsarlık duyguları

-Alkol veya uyuşturucu kullanımında artış

-Sinirlilik, huzursuzluk

-Seks de dahil olmak üzere bir zamanlar zevk veren aktivitelere veya hobilere karşı ilgi kaybı

-Kişisel görünüme karşı ilgi kaybı

-Tedavi ile düzelmeyen inatçı ağrılar veya sızılar, baş ağrıları, kramplar veya sindirim sorunları

-Uyku bozuklukları, ya uyku sorunu ya da aşırı uyku

-İntihar düşünceleri veya intihar girişimleri

Distimi ve Majör Depresif Bozukluk

Duygudurum bozukluğu olan kişilerde gözlenen depresyon düzeyi büyük farklılıklar gösterir. Uzun yıllar boyunca depresyon yaşayan, öyle ki bu durum normal ve günlük yaşamlarının bir parçası gibi görünmeye başlayan ve nadiren mutlu olduklarını ya da hiç mutlu olmadıklarını hisseden kişilere muhtemelen duygudurum bozukluğu teşhisi konacaktır. Depresyon hafif ancak uzun sürüyorsa, en az 2 yıl süren hafif ancak kronik depresif semptomlarla karakterize bir durum olan distimi teşhisi konacaktır.

Depresyon devam eder ve daha da şiddetlenirse, teşhis majör depresif bozukluk olabilir. Majör depresif bozukluk (klinik depresyon), düşük benlik saygısının eşlik ettiği ve normalde keyif alınan faaliyetlere karşı ilgi veya zevk kaybının görüldüğü, her şeyi kapsayan düşük ruh hali ile karakterize bir ruhsal bozukluktur. Majör depresif bozukluktan muzdarip olanlar yoğun bir üzüntü, umutsuzluk ve bir zamanlar kendilerine zevk veren uğraşlara karşı ilgi kaybı hissederler. Bu olumsuz duygular, bireyin günlük işleyişini ve yaşamdaki ilgilerini sürdürme ve geliştirme becerisini derinden sınırlar (Fairchild & Scogin, 2008).

Herhangi bir yılda yaklaşık 21 milyon Amerikalı yetişkin majör depresif bozukluktan muzdariptir; bu Amerikan nüfusunun yaklaşık %7'sine denk gelmektedir. Majör depresif bozukluk kadınlarda erkeklere oranla yaklaşık iki kat daha sık görülür (Kessler, Chiu, Demler ve Walters, 2005; Kessler ve ark., 2003). Bazı durumlarda klinik olarak depresyonda olan kişiler gerçeklikle bağlarını kaybederler ve psikotik özellikli majör depresif epizod tanısı alabilirler. Bu vakalarda depresyon sanrılar ve halüsinasyonlar içerir.

Bipolar Bozukluk

Juliana 21 yaşında bekâr bir kadın. Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca depresyon nedeniyle bir psikolog tarafından tedavi edilmiş, ancak son birkaç aydır kendini çok daha iyi hissediyormuş. Juliana bir hukuk bürosunda iyi bir iş bulmuş ve düzenli bir erkek arkadaş edinmişti. Arkadaşlarına ve ailesine kendini çok iyi hissettiğini, enerji seviyesinin yüksek olduğunu ve kendine ve hayatına güvendiğini söyledi.

Bir gün Juliana kendini o kadar iyi hissediyordu ki, düşüncesizce yeni işinden ayrıldı ve erkek arkadaşıyla birlikte bir yolculuğa çıktı. Ancak yolculuk iyi sonuçlanmadı çünkü Juliana fevri, sabırsız ve kolay öfkelenen biri haline geldi. Coşkusu devam etti ve ziyaret ettikleri kasabalardan birinde erkek arkadaşından ayrıldı ve tanıştığı bazı yabancılarla bir partiye gitti. Sabahın erken saatlerine kadar dans etti ve sonunda birkaç erkekle seks yaptı.

Sonunda Juliana para istemek için eve döndü, ancak ailesi onun son davranışlarını öğrendiğinde ve bu konuda onunla yüzleştiklerinde Juliana onlara agresif ve istismar edici davrandı bu sebeplerden ailesi onu bir sosyal hizmet uzmanına yönlendirdi. Juliana hastaneye kaldırılmış ve burada kendisine bipolar bozukluk teşhisi konmuştur.

Distimi ve majör depresif bozukluk ezici olumsuz ruh halleriyle karakterize edilirken, bipolar bozukluk aşırı "yüksek" ruh halinden üzgün ve umutsuzluğa ve tekrar normale yakın ruh hali dönemleriyle karakterize edilen psikolojik bir bozukluktur. Bipolar bozukluk, Juliana'nınki gibi, depresyon deneyimlerini daha normal bir dönemin izlediği ve ardından kişinin kendini özellikle uyanık, canlı, heyecanlı ve günlük faaliyetlere dahil hissettiği, ancak aynı zamanda dürtüsel, tedirgin ve dikkatinin dağınık olduğu bir mani veya öfori döneminin yaşandığı durumlarda teşhis edilir. Tedavi edilmediği takdirde Juliana'nın tekrar depresyona girmesi ve nihayetinde tekrar maniye girmesi ve bu süreçte kendisine veya başkalarına zarar vermesi muhtemeldir.

Vincent van Gogh

Yoğun sanatsal üretkenlik patlamalarına (1889'da 2 aylık bir dönemde 60 resim üretti), kişisel yazılarına ve davranışlarına (kendi kulağını kesmek dahil) dayanarak, van Gogh'un bipolar bozukluktan muzdarip olduğu düşünülmektedir. Kendisi 37 yaşında intihar etmiştir (Thomas & Bracken, 2001) [Dhilung Kirat – Van Gogh Strokes – CC BY 2.0.]

Bipolar bozukluk, çocukluk çağında başlayabilen, genellikle kronik ve ömür boyu süren bir durumdur. Her ne kadar normal örüntü yüksekten düşüğe doğru dalgalanmaları içerse de, bazı durumlarda kişi aynı anda hem yüksek hem de düşük seviyeler yaşayabilir. Bir kişide bipolar bozukluk olup olmadığının belirlenmesi, hem depresyon hem de anksiyete bozuklukları ile birlikte görülme sıklığı nedeniyle zordur. Bipolar bozukluk, erken yaşta görüldüğünde, depresif dönemlerin sıklığı yüksek olduğunda ve belirtiler aniden ortaya çıktığında teşhis edilme olasılığı daha yüksektir (Bowden, 2001).

Duygudurum Bozukluklarını Açıklanması

Duygudurum bozukluklarının en azından kısmen genetik olduğu bilinmektedir, çünkü kalıtsaldırlar. (Berrettini, 2006; Merikangas ve ark., 2002). Nörotransmitterler de duygudurum bozukluklarında önemli bir rol oynar. Serotonin, dopamin ve norepinefrinin ruh halini etkilediği bilinmektedir (Sher & Mann, 2003) ve bu kimyasalların etkilerini düzenleyen ilaçlar genellikle ruh hali bozukluklarını tedavi etmek için kullanılmaktadır.

Duygudurum bozukluğu olan kişilerin beyinleri bazı durumlarda olmayanlara göre yapısal farklılıklar gösterebilir. Videbech ve Ravnkilde (2004) depresyondaki deneklerde hipokampüsün normal deneklere göre daha küçük olduğunu ve bunun depresyondaki kişilerde nörogenezin (yeni nöron üretme süreci) azalmasının bir sonucu olabileceğini bulmuştur (Warner-Schmidt & Duman, 2006). Antidepresan ilaçlar kısmen nörogenezi artırarak depresyonu hafifletebilir (Duman & Monteggia, 2006).

Araştırma Odağı: Depresyonun Nedenlerini Çözmek için Moleküler Genetiği Kullanmak
Avshalom Caspi ve meslektaşları (Caspi vd., 2003), genetik yatkınlıkların çevresel stresin bir sonucu olarak bazı insanların depresyona girmesine neden olurken diğerlerinin olmamasına yol açıp açmayacağını test etmek için boylamsal bir çalışma yürütmüştür. Araştırmaları, nörotransmitter serotonin üretiminde ve kullanımında önemli olduğu bilinen belirli bir gen olan 5-HTT genine odaklandı. Araştırmacılar, serotoninin depresyonda önemli olduğu bilindiğinden ve seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin (SSRI’lar) depresyon tedavisinde etkili olduğu gösterildiğinden bu gene odaklandılar.

Tehdit, kayıp, aşağılanma veya yenilgi gibi stresli yaşam olayları yaşayan kişilerin depresyon yaşaması muhtemeldir. Ancak biyolojik-durumsal modeller, bir kişinin stresli olaylara karşı duyarlılığının genetik yapısına bağlı olduğunu öne sürmektedir. Bu nedenle araştırmacılar, bir tür genetik yapıya sahip kişilerin, farklı bir genetik yapıya sahip kişilere kıyasla stres sonrasında daha fazla depresyon göstermesini bekliyorlardı.

Araştırma, Yeni Zelanda’nın Dunedin kentinden 1.037 yetişkinden oluşan bir örneklemi kapsamaktadır. DNA örnekleri temelinde yapılan genetik analiz, araştırmacıların örneklemi 5-HTT geninin özelliklerine göre iki gruba ayırmasına olanak sağlamıştır. Bir grup genin kısa versiyonuna (veya aleline) sahipken, diğer grup genin kısa aleline sahip değildi.

Katılımcılar ayrıca son 5 yıl içinde yaşadıkları stresli yaşam olaylarının sayısını ve şiddetini belirttikleri bir ölçeği de doldurmuşlardır. Olaylar arasında istihdam, finans, barınma, sağlık ve ilişki stresörleri yer almaktadır. Çalışmadaki bağımlı ölçüm; yapılandırılmış bir görüşme testi kullanılarak değerlendirildiği üzere katılımcı tarafından bildirilen depresyon düzeyidir (Robins, Cottler, Bucholtz ve Compton, 1995).

Aşağıdaki şekil “Caspi ve diğerleri, 2003’ten Sonuçlar” bölümünde görebileceğiniz gibi, katılımcıların bildirdiği stresli deneyim sayısı 0’dan 4’e yükseldikçe, genin kısa versiyonuna sahip katılımcılar için depresyon da önemli ölçüde artmıştır (üst panel). Ancak kısa alele sahip olmayan katılımcılar için artan stres depresyonu artırmamıştır (alt panel). Ayrıca, son 5 yıl içinde 4 stres faktörü yaşayan katılımcılardan genin kısa versiyonunu taşıyanların %33’ü depresyona girerken, kısa versiyonu taşımayanların sadece %17’si depresyona girmiştir.

Bu önemli çalışma, genlerin ve çevrenin birlikte nasıl çalıştığına dair mükemmel bir örnek sunmaktadır: Bir bireyin çevresel strese verdiği tepki genetik yapısından etkilenmiştir.

Şekil 12.12 Caspi ve diğerleri, 2003'ten Sonuçlar

Caspi ve arkadaşları (2003) stresli yaşam deneyimlerinin sayısının 5-HTT geninin kısa aleline sahip kişilerde (üst panel) artan depresyonla ilişkili olduğunu, ancak kısa alele sahip olmayan kişilerde (alt panel) ilişkili olmadığını bulmuştur. [Adapted from Caspi, A., Sugden, K., Moffitt, T. E., Taylor, A., Craig, I. W., Harrington, H.,…Poulton, R. (2003). Influence of life stress on depression: Moderation by a polymorphism in the 5-HTT gene. Science, 301(5631), 386–389.]

Ancak psikolojik ve sosyal belirleyiciler de duygudurum bozuklukları ve depresyonun oluşmasında önemlidir. Psikolojik özellikler açısından, ruh hali durumları büyük ölçüde bilişlerimizden etkilenir. Kendimiz ve başkalarıyla ilişkilerimiz hakkındaki olumsuz düşünceler olumsuz ruh halleri yaratır ve duygudurum bozuklukları için bilişsel terapinin bir amacı da insanların bilişlerini daha olumlu olacak şekilde değiştirmeye çalışmaktır. Olumsuz ruh halleri başkalarına karşı da üzgün davranma, kambur durma ve başkalarından kaçınma gibi olumsuz davranışlar yaratır, bu da başkalarının kişiye olumsuz tepki vermesine, örneğin kişiyi izole etmesine neden olabilir, bu da daha fazla depresyon yaratır (Aşağıdaki şekil "Depresyon Döngüsü"). İnsanların bu "depresyon döngüsünden" çıkmalarının ne kadar zor olabileceğini görebilirsiniz.

Şekil; Depresyon Döngüsü

Olumsuz duygular olumsuz davranışlar yaratır, bu da insanların bireye olumsuz tepki vermesine yol açarak daha da fazla depresyon yaratır.

Weissman ve diğerleri (1996) depresyon oranlarının ülkeler arasında büyük farklılıklar gösterdiğini, en yüksek oranların Avrupa ve Amerika ülkelerinde, en düşük oranların ise Asya ülkelerinde olduğunu bulmuştur. Bu farklılıklar, bireysel duygular ile kişinin ne hissetmesi gerektiğine ilişkin kültürel beklentiler arasındaki uyuşmazlıklardan kaynaklanıyor gibi görünmektedir. Avrupa ve Amerikan kültüründen insanlar mutluluk ve heyecan gibi duyguları yaşamanın önemli olduğunu bildirirken, Çinliler istikrarlı ve sakin olmanın daha önemli olduğunu bildirmektedir. Çünkü Amerikalılar mutlu ya da heyecanlı olmadıklarını ama olmaları gerektiğini hissedebilirler ve bu da depresyonlarını artırabilir (Tsai, Knutson ve Fung, 2006).

Önemli Çıkarımlar
-Ruh hali, günlük deneyimlerimizin arka planında yer alan olumlu veya olumsuz duygulardır.

-Hepimiz günlük hayatımızda depresyona girebiliriz, ancak duygudurum bozukluklarından muzdarip insanlar daha yoğun olumsuz ruh halleri yaşama eğilimindedir.

-Duygudurum bozukluklarının en yaygın belirtisi olumsuz ruh halidir.

-Eğer bir kişi hafif ama uzun süreli bir depresyon yaşarsa, distimi teşhisi konacaktır. Depresyon devam eder ve daha da şiddetlenirse, teşhis majör depresif bozukluk olabilir.

-Bipolar bozukluk, aşırı “yüksek” ruh halinden üzgün ve umutsuzluğa ve tekrar normale yakın ruh hali dönemleri ile karakterize edilir.

-Duygudurum bozuklukları biyolojik, psikolojik ve sosyal değişkenler arasındaki etkileşimden kaynaklanır.

Alıştırmalar ve Eleştirel Düşünme
1. Yukarıdaki şekil “Depresyon Döngüsü”nde gösterildiği gibi bir depresyon döngüsüne katkıda bulunabilecek olumsuz bilişlere, davranışlara ve başkalarının tepkilerine belirli bir örnek verin.

2. Olumsuz ruh halleri ve depresyonun nedenleri hakkındaki tartışma göz önünde bulundurulduğunda, insanlar olumsuz ruh halleri yaşadıkları günlerde kendilerini daha iyi hissetmek için ne yapabilirler?

  • Caspi, A., Sugden, K., Moffitt, T. E., Taylor, A., Craig, I. W., Harrington, H.,…Poulton, R. (2003). Influence of life stress on depression: Moderation by a polymorphism in the 5-HTT gene. Science, 301(5631), 386–389.
  • Berrettini, W. (2006). Genetics of bipolar and unipolar disorders. In D. J. Stein, D. J. Kupfer, & A. F. Schatzberg (Eds.), Textbook of mood disorders. Washington, DC: American Psychiatric Publishing.
  • Bowden, C. L. (2001). Strategies to reduce misdiagnosis of bipolar depression. Psychiatric Services, 52(1), 51–55.
  • Culbertson, F. M. (1997). Depression and gender: An international review. American Psychologist, 52, 25–31.
  • De Dreu, C. K. W., Baas, M., & Nijstad, B. A. (2008). Hedonic tone and activation level in the mood-creativity link: Toward a dual pathway to creativity model. Journal of Personality and Social Psychology, 94(5), 739–756.
  • Duman, R. S., & Monteggia, L. M. (2006). A neurotrophic model for stress-related mood disorders. Biological Psychiatry, 59, 1116–1127.
  • Fairchild, K., & Scogin, F. (2008). Assessment and treatment of depression. In K. Laidlow & B. Knight (Eds.), Handbook of emotional disorders in later life: Assessment and treatment. New York, NY: Oxford University Press.
  • Isen, A. M. (2003). Positive affect as a source of human strength. In J. Aspinall, A psychology of human strengths: Fundamental questions and future directions for a positive psychology (pp. 179–195). Washington, DC: American Psychological Association.
  • Kessler, R. C., Berglund, P., Demler, O, Jin, R., Koretz, D., Merikangas, K. R.,…Wang, P. S. (2003). The epidemiology of major depressive disorder: Results from the National Comorbidity Survey Replication (NCS-R). Journal of the American Medical Association, 289(23), 3095–3105.
  • Kessler, R. C., Berglund, P. A., Demler, O., Jin, R., & Walters, E. E. (2005). Lifetime prevalence and age-of-onset distributions of DSM-IV disorders in the National Comorbidity Survey Replication (NCS-R). Archives of General Psychiatry, 62(6), 593–602.
  • Kessler, R. C., Chiu, W. T., Demler, O., & Walters, E. E. (2005). Prevalence, severity, and comorbidity of 12-month DSM-IV disorders in the National Comorbidity Survey Replication. Archives of General Psychiatry, 62(6), 617–27.
  • Merikangas, K., Chakravarti, A., Moldin, S., Araj, H., Blangero, J., Burmeister, M,…Takahashi, A. S. (2002). Future of genetics of mood disorders research. Biological Psychiatry, 52(6), 457–477.
  • Robins, L. N., Cottler, L., Bucholtz, K., & Compton, W. (1995). Diagnostic interview schedule for DSM-1V. St. Louis, MO: Washington University.
  • Sher, L., & Mann, J. J. (2003). Psychiatric pathophysiology: Mood disorders. In A. Tasman, J. Kay, & J. A. Lieberman (Eds.), Psychiatry. New York, NY: John Wiley & Sons.
  • Sudak, H. S. (2005). Suicide. In B. J. Sadock & V. A. Sadock (Eds.), Kaplan & Sadock’s comprehensive textbook of psychiatry. Philadelphia, PA: Lippincott Williams & Wilkins.
  • Thomas, P., & Bracken, P. (2001). Vincent’s bandage: The art of selling a drug for bipolar disorder. British Medical Journal, 323, 1434.
  • Tsai, J. L., Knutson, B., & Fung, H. H. (2006). Cultural variation in affect valuation. Journal of Personality and Social Psychology, 90, 288–307.
  • Videbech, P., & Ravnkilde, B. (2004). Hippocampal volume and depression: A meta-analysis of MRI studies. American Journal of Psychiatry, 161, 1957–1966.
  • Warner-Schmidt, J. L., & Duman, R. S. (2006). Hippocampal neurogenesis: Opposing effects of stress and antidepressant treatment. Hippocampus, 16, 239–249.
  • Weissman, M. M., Bland, R. C., Canino, G. J., Greenwald, S., Hwu, H-G., Joyce, P. R.,…Yeh, E-K. (1996). Cross-national epidemiology of major depression and bipolar disorder. Journal of the American Medical Association, 276, 293–299.




    Yorumlar

    Bu blogdaki popüler yayınlar

    Gelişim ve Kalıtım Eleştirel Düşünme Soruları

    Periodonsiyum Klinik Uygulamalar

    Dentin Oluşumu