Psikolojinin Evrimi: Tarih, Yaklaşımlar ve Sorular
Bu bölümde, psikologların sorduğu önemli sorulara ve psikolojik araştırmanın başlıca yaklaşımlarına (veya okullarına) odaklanarak psikoloji tarihini gözden geçireceğiz. İnceleyeceğimiz psikoloji ekolleri aşağıdaki tablo "Psikolojinin En Önemli Yaklaşımları (Ekolleri)"nde özetlenmiştir ve iki aşağıdaki tablo "En Önemli Psikologlardan Bazılarını Gösteren Zaman Çizelgesi", ilk Yunan filozoflarından başlayarak günümüze kadar uzanan en önemli psikologlardan bazılarının zaman çizelgesini sunmaktadır. Aşağıdaki tablo ve iki aşağıdaki tablo, en önemli ekollerden ve kişilerden bir seçkiyi temsil etmektedir; tüm yaklaşımlardan ve alana katkıda bulunan tüm psikologlardan bahsetmek tek bir bölümde mümkün değildir.
Psikologların kendilerini ilgilendiren konuları değerlendirmek için kullandıkları yaklaşımlar, psikoloji tarihi boyunca önemli ölçüde değişmiştir. Belki de en önemlisi, insan davranışını incelemek için mevcut teknoloji geliştikçe, bu alan davranışla ilgili spekülasyonlardan daha objektif ve bilimsel bir yaklaşıma doğru istikrarlı bir şekilde ilerlenmiştir (Benjamin & Baker, 2004). Ayrıca bu alana giderek artan bir kadın akını olmuştur. İlk psikologların çoğu erkek olmasına rağmen, şimdi en önemli psikoloji örgütlerinin başkanları da dahil olmak üzere psikologların çoğu kadındır.
Tablo Psikolojinin En Önemli Yaklaşımları (Ekolleri)
Psikoloji Fakültesi | Açıklama | Önemli katkıda bulunanlar |
Yapısalcılık | Psikolojik deneyimin temel unsurlarını veya “yapılarını” tanımlamak için iç gözlem yöntemini kullanır | Wilhelm Wundt, Edward B. Titchener |
İşlevselcilik | Hayvanların ve insanların neden şu anda sahip oldukları belirli psikolojik özellikleri geliştirdiklerini anlamaya çalışır | William James |
Psikodinamik | Bilinçdışı düşüncelerimizin, duygularımızın ve anılarımızın ve erken çocukluk deneyimlerimizin davranışı belirlemedeki rolüne odaklanır | Sigmund Freud, Carl Jung, Alfred Adler, Erik Erickson |
Davranışçılık | Zihni nesnel olarak incelemenin mümkün olmadığı ve bu nedenle psikologların dikkatlerini davranışın kendisini incelemekle sınırlamaları gerektiği önermesine dayanır | John B. Watson, B. F. Skinner |
Bilişsel | Algı, düşünme, hafıza ve yargılar dahil olmak üzere zihinsel süreçlerin incelenmesi | Hermann Ebbinghaus, Sir Frederic Bartlett, Jean Piaget |
Sosyal-kültürel | İnsanların içinde bulundukları sosyal durumların ve kültürlerin düşünce ve davranışları nasıl etkilediğinin incelenmesi | Fritz Heider, Leon Festinger, Stanley Schachter |
Tablo: En Önemli Psikologlardan Bazılarını Gösteren Zaman Çizelgesi
Tarih | Psikologlar | Tanım |
Milattan önce 428-347 | Plato | Psikolojik gelişimde doğanın rolünü savunan Yunan filozof. |
Milattan önce 384-322 | Aristo | Psikolojik gelişimde doğanın rolünü savunan Yunan filozof. |
1588-1679 | Thomas Hobbes | İngiliz filozof |
1596-1650 | Rene Descartes | Fransız filozof |
1632-1704 | John Locke | İngiliz filozof |
1712-1778 | Jean-Jacques Rousseau | Fransız filozof |
1801-1887 | Gustav Fechner | İlk ampirik psikolojik ölçüm olarak kabul edilen sadece fark edilebilir fark (JND) fikrini geliştiren Alman deneysel psikolog. |
1809-1882 | Charles Darwin | Doğal seçilim teorisi işlevselci ekolü ve evrimsel psikoloji alanını etkileyen İngiliz doğa bilimci. |
1832-1920 | Wilhelm Wundt | İlk psikoloji laboratuvarlarından birini açan ve yapısalcılığa katkıda bulunan Alman psikolog. |
1842-1910 | William James | İlk psikoloji laboratuvarlarından birini açan ve işlevselcilik alanının gelişmesine yardımcı olan Amerikalı psikolog. |
1849-1936 | Ivan Pavlov | Öğrenme üzerine yaptığı deneyler ile klasik koşullanma ilkelerinin ortaya çıkmasını sağlayan Rus fizyolog. |
1850-1909 | Hermann Ebbinghaus | İnsanların farklı koşullar altında anlamsız hecelerden oluşan listeleri hatırlama becerilerini inceleyen Alman psikolog. |
1856-1939 | Sigmund Freud | Psikodinamik psikoloji alanını kuran Avusturyalı psikolog. |
1867-1927 | Edward Bradford Titchener | Yapısalcılık alanına katkıda bulunan Amerikalı psikolog. |
1878-1958 | John B. Watson | Davranışçılık alanına katkıda bulunan Amerikalı psikolog. |
1886-1969 | Sir Frederic Bartlett | Hatırlamanın bilişsel ve sosyal süreçlerini inceleyen İngiliz psikolog. |
1896-1980 | Jean Plaget | Çocuklarda bilişsel gelişim üzerine önemli bir teori geliştiren İsviçreli psikolog. |
1904-1990 | B. F. Skinner | Davranışçılık ekolüne katkıda bulunan Amerikalı psikolog. |
1926-1993 | Donald Broadbent | Dikkat çalışmalarında öncü olan İngiliz bilişsel psikolog. |
20. ve 21. yüzyıl | Linda Bartoshuk; Daniel Kahneman; Elizabeth Loftus; George Miller | Öğrenme, hafıza ve yargılama üzerine çalışarak bilişsel psikoloji ekolüne katkıda bulunan Amerikalı psikologlar. Önemli bir katkı da nörobilim alanının ilerlemesidir. Daniel Kahneman, psikolojik karar verme üzerine yaptığı çalışmalarla Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanmıştır. |
20. ve 21. yüzyıl | Mahzarin Banaji; Marilynn Brewer; Susan Fiske; Fritz Helder; Kurt Lewin; Stanley Schacter; Claude Steele; Harry Triandis | Sosyal-kültürel psikoloji ekolüne katkıda bulunan Amerikalı psikologlar. Onların katkıları, insanların sosyal normlardan etkilenerek nasıl geliştiklerinin anlaşılmasını içermiştir. |
Psikoloji, tarihi boyunca dramatik bir şekilde değişmiş olsa da, psikologların ele aldığı en önemli sorular sabit kalmıştır. Bu sorulardan bazılarını hem bu bölümde hem de ilerleyen bölümlerde tartışacağız:
- Doğaya kıyasla yetiştirme. Bireylerin davranışlarını belirlemede ve insanlar arasındaki farklılıkları açıklamada genler mi yoksa çevre mi daha etkilidir? Çoğu bilim insanı artık hem genlerin hem de çevrenin çoğu insan davranışında önemli rol oynadığı konusunda hemfikir olsa da, doğanın (biyolojik yapımız) ve yetiştirmenin (hayatımız boyunca edindiğimiz deneyimler) birlikte nasıl işlediği konusunda hala öğrenmemiz gereken çok şey var (Harris, 1998; Pinker, 2002). İnsanlar arasında gözlemlenen özellik farklılıklarının (örneğin boy, zeka veya iyimserlik açısından) genetiğe bağlı olan oranı, özelliğin kalıtılabilirliği olarak bilinir ve ilerleyen bölümlerde bu terimi çokça kullanacağız. Örneğin, zekanın kalıtımsallığının çok yüksek olduğunu (1.0 üzerinden yaklaşık .85) ve dışadönüklüğün kalıtımsallığının yaklaşık .50 olduğunu göreceğiz. Ancak aynı zamanda doğa ve yetiştirme tarzının karmaşık şekillerde etkileşime girdiğini göreceğiz, bu da "Doğa mı yoksa yetiştirme tarzı mı?" sorusunu cevaplamayı çok zor hale getirmektedir.
- Özgür iradeye kıyasla determinizm. Bu soru, insanların kendi eylemleri üzerinde ne ölçüde kontrol sahibi oldukları ile ilgilidir. Çevremizin ürünleri miyiz, kontrolümüz dışındaki güçler tarafından mı yönlendiriliyoruz, yoksa davranışlarımızı seçebiliyor muyuz? Çoğumuz özgür iradeye, yani istediğimizi yapabileceğimize inanmak isteriz - örneğin şu anda kalkıp balığa gidebiliriz. Ve hukuk sistemimiz özgür irade kavramı üzerine kuruludur; suçluları cezalandırıyoruz çünkü onların davranışları üzerinde seçim hakkına sahip olduklarına ve yasalara uymamayı özgürce seçtiklerine inanıyoruz. Ancak bu bölümdeki araştırma odağında daha sonra tartışacağımız gibi, son araştırmalar kendi davranışlarımız üzerinde düşündüğümüzden daha az kontrole sahip olabileceğimizi öne sürmektedir (Wegner, 2002).
- Doğruluğa kıyasla yanlışlık. İnsanlar ne ölçüde iyi bilgi işlemcilerdir? Her ne kadar insanlar çevrelerindeki dünyayı anlamlandırmak ve doğru kararlar vermek için "yeterince iyi" görünseler de (Fiske, 2003), mükemmel olmaktan uzaktırlar. İnsan muhakemesi bazen düşünme tarzımızdaki yanlışlıklar, motivasyonlarımız ve duygularımız tarafından tehlikeye atılır. Örneğin, yargılarımız maddi zenginlik kazanma ve kendimizi olumlu görme arzularımızdan ve başımıza gelen olaylara verdiğimiz duygusal tepkilerden etkilenebilir.
- Bilinçli ve bilinçsiz işleme. Kendi eylemlerimizin ve bunların nedenlerinin ne ölçüde bilincindeyiz ve davranışlarımız ne ölçüde farkında olmadığımız etkilerden kaynaklanıyor? Freudyen psikodinamik teorilerden bilişsel psikolojideki çağdaş çalışmalara kadar psikolojinin başlıca teorilerinin çoğu, davranışlarımızın çoğunun farkında olmadığımız değişkenler tarafından belirlendiğini savunur.
- Benzerliklere kıyasla farklılıklar. Hepimiz ne ölçüde benzeriz ve ne ölçüde farklıyız? Örneğin, erkekler ve kadınlar arasında temel psikolojik ve kişilik farklılıkları var mıdır, yoksa erkekler ve kadınlar genel olarak benzer midir? Peki ya farklı etnik köken ve kültürlerden gelen insanlar? Dünyanın dört bir yanındaki insanlar genel olarak aynı mıdır, yoksa geçmişlerinden ve çevrelerinden farklı şekillerde mi etkilenirler? Kişilik, sosyal ve kültürler arası psikologlar bu klasik soruları yanıtlamaya çalışmaktadır.
Erken Dönem Psikologlar
Bildiğimiz en eski psikologlar Yunan filozoflar Platon (MÖ 428-347) ve Aristoteles'tir (MÖ 384-322). Bu filozoflar, günümüz psikologlarının sorduğu soruların çoğunu sordular; örneğin, doğa ve yetiştirme arasındaki ayrımı ve özgür iradenin varlığını sorguladılar. Birincisi açısından, Platon belirli bilgi türlerinin doğuştan geldiğine inanarak doğa tarafında tartışırken, Aristoteles her çocuğun "boş bir levha" (Latince tabula rasa) olarak doğduğuna ve bilginin öncelikle öğrenme ve deneyim yoluyla edinildiğine inanarak daha çok yetiştirme tarafındaydı.
Avrupalı filozoflar Rönesans boyunca bu temel soruları sormaya devam ettiler. Örneğin, Fransız filozof René Descartes (1596-1650) özgür irade konusunu da ele almış, özgür iradenin lehine tartışmış ve zihnin beyindeki epifiz bezi aracılığıyla bedeni kontrol ettiğine inanmıştır (o zamanlar mantıklı gelen ancak daha sonra yanlış olduğu kanıtlanan bir fikir). Descartes ayrıca doğuştan gelen doğal yeteneklerin varlığına da inanıyordu. Filozof olduğu kadar bir bilim adamı da olan Descartes, hayvanları parçalara ayırmış ve sinirlerin kasları kontrol ettiğini ilk anlayanlar arasında yer almıştır. Ayrıca zihin (yaşamın zihinsel yönleri) ve beden (yaşamın fiziksel yönleri) arasındaki ilişkiyi de ele almıştır. Descartes düalizm ilkesine inanıyordu: zihnin mekanik bedenden temelde farklı olduğuna. Thomas Hobbes (1588-1679), John Locke (1632-1704) ve Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) gibi diğer Avrupalı filozoflar da bu konulara ağırlık vermiştir.
Bu filozofların karşılaştığı temel sorun, iddialarını çözüme kavuşturmak için çok az yönteme sahip olmalarıydı. Çoğu filozof, kısmen nasıl yapılacağını henüz bilmedikleri için, kısmen de insan deneyimini nesnel olarak incelemenin mümkün olduğundan bile emin olmadıkları için bu sorular üzerine herhangi bir araştırma yapmadı. Ancak 1800'lerde ilk iki araştırmacı psikoloğun yardımıyla dramatik değişiklikler meydana geldi: Almanya'nın Leipzig kentinde bir psikoloji laboratuvarı geliştiren Alman psikolog Wilhelm Wundt (1832-1920) ve Harvard Üniversitesi'nde bir psikoloji laboratuvarı kuran Amerikalı psikolog William James (1842-1910).
Yapısalcılık: İçgözlem ve Öznel Deneyimin Farkındalığı
Wundt'un Liepzig'deki laboratuvarında yaptığı araştırmalar bilincin doğasına odaklandı. Wundt ve öğrencileri, zihnin temel unsurlarını analiz etmenin ve bilinçli deneyimlerimizi bilimsel olarak sınıflandırmanın mümkün olduğuna inanıyordu. Wundt, amacı psikolojik deneyimin temel unsurlarını veya "yapılarını" tanımlamak olan bir psikoloji okulu olan yapısalcılık olarak bilinen alanı başlattı. Amacı, yakın zamanda kimyada oluşturulan elementlerin periyodik tablosuna benzer bir şekilde, "duyuların elementleri"nin bir "periyodik tablosunu" oluşturmaktı.
Yapısalcılar, bilincin unsurlarının bir haritasını çıkarmaya çalışmak için iç gözlem yöntemini kullanmışlardır. İç gözlem, araştırma katılımcılarından renkleri görüntülemek, bir kitapta bir sayfayı okumak veya bir matematik problemi çözmek gibi zihinsel görevler üzerinde çalışırken tam olarak ne deneyimlediklerini tanımlamalarını istemeyi içerir. Örneğin, kitap okuyan bir katılımcı beyaz bir zemin üzerinde siyah ve renkli düz ve eğri işaretler gördüğünü rapor edebilir. Diğer çalışmalarda yapısalcılar, katılımcıların sadece ne düşündüklerini değil, bunu ne kadar sürede yaptıklarını da sistematik olarak değerlendirmek için yeni icat edilen tepki süresi araçlarını kullandılar. Wundt, insanların hangi sesi duyduklarını bildirmelerinin, sadece sesi duyduklarını söylemekten daha uzun sürdüğünü keşfetmiştir. Bu çalışmalar, araştırmacıların bir uyaranın hissedilmesi ile o uyaranın algılanması arasında bir fark olduğunu ilk kez fark etmelerini sağladı ve zihinsel olayları incelemek için tepki sürelerini kullanma fikri artık bilişsel psikolojinin temel dayanaklarından biri haline geldi.
Yapısalcıların belki de en tanınmışı Edward Bradford Titchener (1867-1927) idi. Titchener, 1800'lerin sonunda Amerika Birleşik Devletleri'ne gelen ve Cornell Üniversitesi'nde bir laboratuvar kuran Wundt'un bir öğrencisiydi. Titchener ve öğrencileri, iç gözlem kullanarak yaptıkları araştırmada, görme, işitme ve tat alma ile ilgili olanlar da dahil olmak üzere 40.000'den fazla duyu tespit ettiklerini iddia ettiler.
Yapısalcı yaklaşımın önemli bir yönü de titiz ve bilimsel olmasıydı. Bu araştırma psikolojinin bir bilim olarak başlangıcına işaret ediyordu, çünkü zihinsel olayların ölçülebileceğini gösteriyordu. Ancak yapısalcılar aynı zamanda iç gözlemin sınırlarını da keşfettiler. Yüksek eğitimli araştırma katılımcıları bile çoğu zaman öznel deneyimlerini rapor edememiştir. Katılımcılardan basit matematik problemleri yapmaları istendiğinde, bunları kolayca yapabildiler, ancak nasıl yaptıklarını kolayca cevaplayamadılar. Böylece yapısalcılar, bilinçdışı süreçlerin önemini -insan psikolojisinin birçok önemli yönünün bilinçli farkındalığımızın dışında gerçekleştiğini ve psikologların araştırma katılımcılarının tüm deneyimlerini doğru bir şekilde rapor etmelerini bekleyemeyeceklerini- ilk fark edenler oldular.
İşlevselcilik ve Evrimsel Psikoloji
Bilincin doğasını anlamaya çalışan Wundt'un aksine, William James ve işlevselcilik okulunun diğer üyelerinin amacı, hayvanların ve insanların neden şu anda sahip oldukları belirli psikolojik yönleri geliştirdiklerini anlamaktı (Hunt, 1993). James için, bir kişinin düşüncesi yalnızca davranışıyla ilgiliydi. Psikoloji ders kitabında şöyle ifade etti: "Düşüncelerim, öncelikle ve her zaman eylemlerim için vardır ve eylemlerim için sürdürülür." (James, 1890).
James ve işlevselci okulun diğer üyeleri, Charles Darwin'in (1809-1882) hayvanların ve insanların fiziksel özelliklerinin yararlı ya da işlevsel oldukları için evrimleştiğini öne süren doğal seçilim teorisinden etkilenmişlerdir. İşlevselciler, Darwin'in teorisinin psikolojik özellikler için de geçerli olduğuna inanıyordu. Tıpkı bazı hayvanların hızlı koşmalarını sağlamak için güçlü kaslar geliştirmeleri gibi, insan beyni de işlevselcilere göre insan deneyiminde belirli bir işleve hizmet edecek şekilde adapte olmuş olmalıdır.
İşlevselcilik artık bir psikoloji okulu olarak var olmasa da, temel ilkeleri psikoloji tarafından özümsenmiş ve onu birçok yönden etkilemeye devam etmektedir. İşlevselcilerin çalışmaları, Darwinci doğal seçilim teorisini insan ve hayvan davranışlarına uygulayan bir psikoloji dalı olan evrimsel psikoloji alanına dönüşmüştür (Dennett, 1995; Tooby & Cosmides, 1992). Evrimsel psikoloji, işlevselcilerin temel varsayımını, yani hafıza, duygu ve kişilik de dahil olmak üzere birçok insan psikolojik sisteminin temel uyarlanabilir işlevlere hizmet ettiğini kabul eder. İlerleyen bölümlerde göreceğimiz gibi, evrimsel psikologlar evrim teorisini romantik çekicilik, stereotipler ve önyargılar ve hatta birçok psikolojik rahatsızlığın nedenleri de dahil olmak üzere birçok farklı davranışı anlamak için kullanırlar.
Evrimsel psikoloji fikirlerinin önemli bir bileşeni uygunluktur. Uygunluk, belirli bir özelliğe sahip olmanın, bireysel organizmanın hayatta kalmasına ve bu özelliğe sahip olmayan türün diğer üyelerine göre daha yüksek oranda üremesine ne ölçüde yardımcı olduğunu ifade eder. Daha zinde organizmalar genlerini sonraki nesillere daha başarılı bir şekilde aktararak zindelik üreten özelliklerin, zindelik üretmeyen özelliklere kıyasla organizmanın doğasının bir parçası haline gelme olasılığını artırır. Örneğin, kıskançlık duygusunun erkeklerde zaman içinde varlığını sürdürdüğü, çünkü kıskançlık yaşayan erkeklerin yaşamayanlara göre daha formda olduğu ileri sürülmüştür. Bu düşünceye göre, kıskançlık deneyimi erkeklerin eşlerini koruma ve rakiplerine karşı korunma eğilimlerinin artmasına yol açmakta, bu da üreme başarılarını artırmaktadır (Buss, 2000).
Psikolojik teorileştirmedeki önemine rağmen, evrimsel psikolojinin de bazı sınırlamaları vardır. Sorunlardan biri, tahminlerinin çoğunun test edilmesinin son derece zor olmasıdır. Türlerin fiziksel evrimi hakkında bilgi edinmek için kullanılan fosillerin aksine, atalarımızın hangi psikolojik özelliklere sahip olup olmadıklarını bilemeyiz; bu konuda sadece tahminlerde bulunabiliriz. Evrim teorilerini doğrudan test etmek zor olduğundan, uyguladığımız açıklamaların gözlemlenen verileri açıklamak için sonradan uydurulmuş olması her zaman mümkündür (Gould & Lewontin, 1979). Bununla birlikte, evrimsel yaklaşım psikoloji için önemlidir çünkü neden birçok psikolojik özelliğe sahip olduğumuza dair mantıklı açıklamalar sağlar.
Psikodinamik Psikoloji
Belki de kamuoyunun en aşina olduğu psikoloji ekolü, Sigmund Freud (1856-1939) ve takipçileri tarafından savunulan, davranışı anlamaya yönelik psikodinamik yaklaşımdır. Psikodinamik psikoloji, bilinçdışı düşüncelerin, duyguların ve anıların rolüne odaklanan insan davranışını anlamaya yönelik bir yaklaşımdır. Freud, davranışla ilgili teorilerini, özel klinik uygulamalarında tedavi ettiği hastaların kapsamlı analizi yoluyla geliştirmiştir. Freud, anksiyete, depresyon ve cinsel işlev bozukluğu da dahil olmak üzere hastalarının yaşadığı sorunların çoğunun, kişinin artık hatırlayamadığı acı verici çocukluk deneyimlerinin etkilerinin sonucu olduğuna inanıyordu.
Freud'un fikirleri, etkilediği Carl Jung (1875-1961), Alfred Adler (1870-1937), Karen Horney (1855-1952) ve Erik Erikson (1902-1994) gibi diğer psikologlar tarafından genişletilmiştir. Bunlar ve psikodinamik yaklaşımı takip eden diğerleri, bilinçdışı dürtüler hatırlanabilirse, özellikle kişinin erken cinsel deneyimlerinin ve mevcut cinsel arzularının derin ve kapsamlı bir şekilde araştırılması yoluyla hastaya yardım etmenin mümkün olduğuna inanmaktadır. Bu keşifler, psikanaliz adı verilen bir süreçte konuşma terapisi ve rüya analizi yoluyla ortaya çıkar.
Psikodinamik okulunun kurucuları, öncelikle psikolojik semptomlarını anlamalarına ve bunlarla yüzleşmelerine yardımcı olmak için bireylerle çalışan pratisyenlerdi. Fikirleri üzerine çok fazla araştırma yapmamış olmalarına ve daha sonra teorilerinin daha sofistike testleri önerilerini her zaman desteklememiş olmasına rağmen, psikodinamikler yine de psikoloji alanında ve aslında daha genel olarak insan davranışı hakkında düşünme üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur (Moore & Fine, 1995). Bilinçdışının insan davranışındaki önemi, erken çocukluk deneyimlerinin kritik olduğu fikri ve insan hayatını iyileştirmenin bir yolu olarak terapi kavramı, psikodinamik yaklaşımdan türetilen ve psikolojinin merkezinde yer alan fikirlerdir.
Davranışçılık ve Özgür İrade Meselesi
Yaklaşımları farklı olsa da, hem yapısalcılık hem de işlevselcilik esasen zihin çalışmalarıdır. Öte yandan, davranışçılık ekolüyle ilişkili psikologlar, kısmen psikologların davranışı anlamak için iç gözlemi kullanmaya çalıştıklarında karşılaştıkları zorluklara tepki gösteriyorlardı. Davranışçılık, zihni nesnel olarak incelemenin mümkün olmadığı ve bu nedenle psikologların dikkatlerini davranışın kendisinin incelenmesiyle sınırlamaları gerektiği önermesine dayanan bir psikoloji ekolüdür. Davranışçılar insan zihninin, içine uyarıcıların gönderildiği ve yanıtların alındığı bir "kara kutu" olduğuna inanmaktadır. Kutunun içinde ne olduğunu belirlemeye çalışmanın bir anlamı olmadığını, çünkü zihnin içinde ne olduğunu bilmeden davranışı başarılı bir şekilde tahmin edebileceğimizi savunuyorlar. Dahası, davranışçılar tüm davranışları açıklayabilecek öğrenme yasaları geliştirmenin mümkün olduğuna inanmaktadır.
İlk davranışçı Amerikalı psikolog John B. Watson'dır (1878-1958). Watson büyük ölçüde, köpeklerin daha önce yiyecek sunumuyla ilişkilendirilen bir ses tonunda salya akıttığını keşfeden Rus fizyolog Ivan Pavlov'un (1849-1936) çalışmalarından etkilenmiştir. Watson ve diğer davranışçılar bu fikirleri, insanların ve diğer organizmaların çevrelerinde deneyimledikleri olayların (uyaranlar) nasıl belirli davranışlar (tepkiler) üretebileceğini açıklamak için kullanmaya başladılar. Örneğin Pavlov'un araştırmasında uyarıcı (yiyecek ya da öğrendikten sonra ses tonu) köpeklerde salya salgılama tepkisine yol açıyordu.
Watson araştırmasında, bir çocuğu sistematik olarak, kendileri korku uyandırmayan nesnelerin varlığında korkulu uyaranlara maruz bırakmanın, çocuğun uyaranın varlığına korkulu bir davranışla karşılık vermesine yol açabileceğini bulmuştur (Watson ve Rayner, 1920; Beck, Levinson ve Irons, 2009). Çalışmalarının en bilineninde, denek olarak Küçük Albert adında 8 aylık bir erkek çocuğu kullanılmıştır. İşte bulguların bir özeti:
Çocuk bir odanın ortasına yerleştirildi; yanına beyaz bir laboratuvar faresi konuldu ve onunla oynamasına izin verildi. Çocuk fareden korkmadığını gösterdi. Daha sonraki denemelerde araştırmacılar, bebek fareye her dokunduğunda Albert'in arkasından çelik bir çubuğa çekiçle vurarak yüksek bir ses çıkardılar. Çocuk sesi duyduğunda ağlamıştır. İki uyaranın bu şekilde birkaç kez eşleştirilmesinden sonra, çocuğa tekrar fare gösterildi. Ancak bu sefer çocuk ağladı ve fareden uzaklaşmaya çalıştı. |
Davranışçı yaklaşıma uygun olarak, çocuk beyaz fareyi yüksek sesle ilişkilendirmeyi öğrenmiş ve bu da ağlamasına neden olmuştur.
En ünlü davranışçı Burrhus Frederick (B. F.) Skinner (1904-1990), davranışçılığın ilkelerini genişletmiş ve aynı zamanda bunları kamuoyunun dikkatine sunmuştur. Skinner, güvercinleri ve diğer hayvanları eğitmek için uyarıcı ve tepki fikirlerinin yanı sıra ödüllerin veya pekiştireçlerin uygulanmasını kullanmıştır. Ve davranışçılığın genel ilkelerini, çocuklara en iyi nasıl eğitim verileceği ve barışçıl ve üretken toplumların nasıl yaratılacağı konusunda teoriler geliştirmek için kullandı. Skinner, davranışçı yaklaşımı kullanarak düşünce ve duyguları incelemek için bir yöntem bile geliştirmiştir (Skinner, 1957, 1968, 1972).
Araştırma Odağı: Özgür İrademiz Var mı? |
Davranışçı araştırma programının, doğa ve yetiştirme ile özgür irade hakkındaki temel sorular üzerinde önemli etkileri olmuştur. Doğa-yetiştirme tartışması açısından, davranışçılar yetiştirme yaklaşımını kabul etmiş ve yalnızca çevremiz tarafından şekillendirildiğimize inanmışlardır. Ayrıca özgür iradenin olmadığını, bunun yerine davranışlarımızın geçmişimizde yaşadığımız olaylar tarafından belirlendiğini savunmuşlardır. Kısacası bu yaklaşım, insanlar da dahil olmak üzere organizmaların, başkalarının onları kontrol ettiğinin farkında olmayan bir gösterideki kuklalara benzediğini savunmaktadır. Dahası, kendi eylemlerimize kendimiz neden olmasak da, davranışlarımız üzerinde etkili olan tüm etkilerin farkında olmadığımız için, yine de neden olduğumuza inanırız. Psikoloji alanında yapılan son araştırmalar, Skinner ve davranışçıların, en azından çevremizdeki olaylara tepki verirken kendi özgür irademizi abarttığımız konusunda haklı olabileceklerini öne sürmektedir (Libet, 1985; Matsuhashi & Hallett, 2008; Wegner, 2002). Kendi özgür irademizin yanlış algılanmasının bir örneğinde, nörobilimciler Soon, Brass, Heinze ve Haynes (2008) araştırma katılımcılarını bir bilgisayar ekranında bir dizi harf sunarken fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) beyin tarayıcısına yerleştirdiler. Ekrandaki harf her yarım saniyede bir değişti. Katılımcılardan istedikleri zaman iki düğmeden birine basmaları istendi. Daha sonra düğmeye basmaya karar verdiklerinde ekranda hangi harfin göründüğünü belirtmeleri istendi. Araştırmacılar, katılımcının bir düğmeye basmaya karar verdiğini belirttiği harften önce bile iki düğmeden hangisine basacağını tahmin edip edemeyeceklerini görmek için beyin görüntülerini analiz etti. Harekete geçme niyetinin, araştırma katılımcıları bunun farkına varmadan önce beyinde oluştuğunu öne süren araştırmacılar, beynin prefrontal korteks bölgesinin, katılımcılar hangi düğmeye basacaklarına karar verdiklerini söylemeden 10 saniye kadar önce düğmeye basmayı tahmin etmek için kullanılabilecek aktivasyon gösterdiğini tespit etti. Araştırmalar, harekete geçme arzusu sonuçtan hemen önce ortaya çıktığında, düşünce sonuçla tutarlı olduğunda ve davranış için başka görünür nedenler olmadığında davranışımızı kontrol ettiğimizi düşünme olasılığımızın daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Aarts, Custers ve Wegner (2005), araştırma katılımcılarından hızla hareket eden bir kareyi, aynı zamanda kareyi bağımsız olarak kontrol eden bir bilgisayarla birlikte kontrol etmelerini istemiştir. Katılımcılar hareketi durdurmak için bir düğmeye basmışlardır. Katılımcılar, hareketi durdurmadan hemen önce karenin konumuyla ilgili kelimelere maruz kaldıklarında, aslında hareketi durduran bilgisayar olsa bile, hareketi kontrol ettiklerini düşünme olasılıkları artmıştır. Dijksterhuis, Preston, Wegner ve Aarts (2008), “ben” ve “bana” gibi birinci tekil şahıs zamirlerine yeni maruz kalmış katılımcıların, “bilgisayar” veya “Tanrı” kelimelerini görmüş olanlara kıyasla, eylemlerini kontrol ettiklerine inanma olasılıklarının daha yüksek olduğunu bulmuştur. Bazı durumlarda eylemlerimizi sahiplenme olasılığımızın diğerlerine göre daha yüksek olduğu fikri, başarı ve başarısızlık atıflarımızda da görülmektedir. Normalde davranışlarımızın başarı ile karşılanmasını beklediğimiz için, başarılı olduğumuzda bu başarının kendi özgür irademizin bir sonucu olduğuna kolayca inanırız. Öte yandan, bir eylem başarısızlıkla sonuçlandığında, bu sonucu özgür irademizin bir sonucu olarak algılamamız daha az olasıdır ve sonucu şansa ya da öğretmenimize yüklememiz daha olasıdır (Wegner, 2003). |
Davranışçılar, öğrenme ilkelerini tanımlayarak psikolojiye önemli katkılarda bulunmuşlardır. Davranışçılar duygu ve düşünceleri ölçmenin mümkün olmadığına dair inançlarında yanılmış olsalar da, fikirleri doğa-yetiştirme tartışmasının yanı sıra özgür irade sorununa ilişkin anlayışımızı geliştirmemize yardımcı olan yeni fikirler sunmuştur. Davranışçılık fikirleri psikoloji için temeldir ve psikolojinin çeşitli alanlarında önceki deneyimlerin rolünü daha iyi anlamamıza yardımcı olmak için geliştirilmiştir.
Bilişsel Yaklaşım ve Bilişsel Nörobilim
Bilim her zaman kendisini çevreleyen teknolojiden etkilenir ve psikoloji de bir istisna değildir. Bu nedenle, 1960'lardan itibaren giderek daha fazla psikolog, o dönemde geliştirilmeye başlanan ve kamuoyuna sunulmaya başlayan bilgisayar terimi bağlamında beyin ve insan davranışı hakkında düşünmeye başladı. Beyin ve bilgisayar arasındaki analoji, hiçbir şekilde mükemmel olmasa da, bilişsel psikoloji adı verilen yeni bir psikoloji okulunun itici gücünün bir kısmını sağlamıştır. Bilişsel psikoloji, algılama, düşünme, hafıza ve yargılama dahil olmak üzere zihinsel süreçleri inceleyen bir psikoloji alanıdır. Bu eylemler, bilgisayarların gerçekleştirdiği süreçlere iyi bir şekilde karşılık gelir.
Bilişsel psikoloji ciddi anlamda 1960'larda başlamış olsa da, daha önceki psikologlar da bilişsel bir yönelim benimsemişlerdi. Bilişsel psikolojiye katkıda bulunan önemli isimler arasında, insanların farklı koşullar altında kelime listelerini hatırlama becerilerini inceleyen Alman psikolog Hermann Ebbinghaus (1850-1909) ve hatırlamanın bilişsel ve sosyal süreçlerini inceleyen İngiliz psikolog Sir Frederic Bartlett (1886-1969) yer almaktadır. Bartlett, bazı yönlerden mantıklı ama aynı zamanda çok sıra dışı ve beklenmedik olaylar içeren kısa öyküler yarattı. Bartlett, insanların hikayeleri tekrar tekrar incelemelerine izin verildikten sonra bile tam olarak hatırlamakta çok zorlandıklarını keşfetti ve hikayelerin hatırlanmasının zor olduğunu, çünkü katılımcıların hikayelerin nasıl gitmesi gerektiğine dair beklentilerine uymadığını varsaydı. Hafızamızın halihazırda bildiklerimizden etkilendiği fikri, İsviçreli psikolog Jean Piaget'nin (1896-1980) bilişsel-gelişimsel aşama modelinin arkasındaki ana fikirlerden biriydi. Diğer önemli bilişsel psikologlar arasında Donald E. Broadbent (1926-1993), Daniel Kahneman (1934-), George Miller (1920-), Eleanor Rosch (1938-) ve Amos Tversky (1937-1996) bulunmaktadır.
Hayaletlerin Savaşı |
Hayaletlerin Savaşı, Sir Frederic Bartlett tarafından önceki beklentilerin hafıza üzerindeki etkisini test etmek için kullanılan bir hikayeydi. Bartlett, İngiliz araştırma katılımcılarının hikayeyi defalarca okumalarına izin verildiğinde bile hala iyi hatırlayamadıklarını tespit etmiş ve bunun nedeninin hikayenin ön bilgileriyle uyuşmaması olduğuna inanmıştır. Bir gece Egulac’tan iki genç adam fok avlamak için nehre inmişler ve onlar oradayken hava sisli ve sakin olmuş. Sonra savaş çığlıkları duydular ve düşündüler: “Belki de bu bir savaş partisidir.” Kıyıya kaçtılar ve bir kütüğün arkasına saklandılar. Şimdi kanolar geliyordu ve kürek seslerini duydular ve bir kanonun onlara doğru geldiğini gördüler. Kanoda beş adam vardı ve şöyle dediler: “Ne düşünüyorsunuz? Seni de yanımıza almak istiyoruz. İnsanlara savaş açmak için nehrin yukarısına gidiyoruz.” Genç adamlardan biri “Okum yok” dedi. “Oklar kanonun içinde,” dediler. “Ben gitmeyeceğim. Öldürülebilirim. Akrabalarım nereye gittiğimi bilmiyor. Ama sen,” dedi diğerine dönerek, “onlarla gidebilirsin.” Böylece genç adamlardan biri gitti, ama diğeri eve döndü. Ve savaşçılar nehrin yukarısına, Kalama’nın diğer tarafındaki bir kasabaya gittiler. İnsanlar suya indi ve savaşmaya başladılar ve birçoğu öldürüldü. Ama az sonra genç adam savaşçılardan birinin, “Çabuk, eve gidelim: Kızılderili vuruldu,” dediğini duydu. Şimdi düşündü: “Oh, bunlar hayalet.” Kendini hasta hissetmiyordu ama vurulduğunu söylediler. Böylece kanolar Egulac’a geri döndü ve genç adam karaya çıkıp evine gitti ve ateş yaktı. Ve herkese anlattı ve şöyle dedi: “İşte ben hayaletlere eşlik ettim ve savaşmaya gittik. Arkadaşlarımızın çoğu öldürüldü ve bize saldıranların çoğu öldürüldü. Bana vurulduğumu söylediler ama ben kendimi hasta hissetmedim.” Her şeyi anlattı ve sonra sustu. Güneş yükseldiğinde yere düştü. Ağzından siyah bir şey çıktı. Yüzü çarpıldı. İnsanlar ayağa fırladı ve ağladı. O ölmüştü. (Bartlett, 1932) |
Düşüncelerimizin davranışlar üzerinde güçlü bir etkisi olduğunu savunan bilişsel yaklaşım, davranışçılığa belirgin bir alternatif sunmuştur. Bilişsel psikologlara göre, zihnin kendisini görmezden gelmek asla yeterli olmayacaktır çünkü insanlar deneyimledikleri uyaranları yorumlarlar. Örneğin, bir erkek randevuda bir kıza dönüp "Çok güzelsin" dediğinde, bir davranışçı muhtemelen bunu pekiştirici (olumlu) bir uyaran olarak görecektir. Yine de kız bu kadar kolay kandırılmayabilir. Çocuğun bu özel zamanda neden böyle bir açıklama yaptığını anlamaya çalışabilir ve bu yorumla onu etkilemeye çalışıp çalışmadığını merak edebilir. Bilişsel psikologlar, uyarıcıların nasıl değerlendirildiğini ve yorumlandığını dikkate aldığımızda, davranışı daha derinlemesine anladığımızı savunurlar.
Bilişsel psikoloji günümüzde de son derece etkilidir ve dil, problem çözme, hafıza, zeka, eğitim, insan gelişimi, sosyal psikoloji ve psikoterapi gibi çeşitli alanlardaki araştırmalara rehberlik etmiştir. Bilişsel devrim, nörogörüntüleme tekniklerini kullanarak beyni hareket halinde görme yeteneğimizdeki son gelişmelerin bir sonucu olarak son on yılda daha da canlandı. Nörogörüntüleme, canlı beynin yapısının ve işlevinin resimlerini sağlamak için çeşitli tekniklerin kullanılmasıdır (Ilardi & Feldman, 2001). Bu görüntüler beyin hastalıklarını ve hasarlarını teşhis etmek için kullanılır, ancak aynı zamanda araştırmacıların bilgi işlemeyi beyinde gerçekleşirken görmelerine de olanak tanır, çünkü işlem beynin ilgili bölgesinin metabolizmasını artırmasına ve taramada görünmesine neden olur. Bu bölümün başlarındaki araştırma odağında bir nörogörüntüleme tekniği olan fonksiyonel manyetik rezonans görüntülemenin (fMRI) kullanımını zaten tartışmıştık ve ilerleyen bölümlerde psikolojinin birçok alanında nörogörüntüleme tekniklerinin kullanımını tartışacağız.
Sosyal-Kültürel Psikoloji
Daha yüksek bir analiz seviyesini benimseyen ve psikoloji üzerinde önemli bir etkiye sahip olan son bir ekol, genel olarak sosyal-kültürel yaklaşım olarak adlandırılabilir. Sosyal-kültürel psikoloji alanı, insanların içinde bulundukları sosyal durumların ve kültürlerin düşünce ve davranışları nasıl etkilediğini incelemektedir. Sosyal-kültürel psikologlar özellikle insanların kendilerini ve başkalarını nasıl algıladıkları ve insanların birbirlerinin davranışlarını nasıl etkiledikleri ile ilgilenirler. Örneğin, sosyal psikologlar tutum ve ilgi alanları bakımından bize benzeyen diğerlerine ilgi duyduğumuzu (Byrne, 1969), kendi inanç ve tutumlarımızı diğerlerininkilerle karşılaştırarak geliştirdiğimizi (Festinger, 1954) ve inanç ve davranışlarımızı önem verdiğimiz insanlarınkine benzemek için sık sık değiştirdiğimizi (uyum olarak bilinen bir süreç) bulmuşlardır.
Sosyal-kültürel psikolojinin önemli bir yönü sosyal normlardır - grup üyeleri tarafından paylaşılan ve onlar tarafından uygun olarak algılanan düşünme, hissetme veya davranma yolları (Asch, 1952; Cialdini, 1993). Normlar, grubun genel değerlerinin yanı sıra gelenekleri, görenekleri, standartları ve kuralları da içerir. En önemli sosyal normların birçoğu içinde yaşadığımız kültür tarafından belirlenir ve bu kültürler kültürler arası psikologlar tarafından incelenir. Kültür, bir coğrafi bölgede yaşayan insanlar tarafından paylaşılan dini ve ailevi değerler ve diğer ahlaki inançlar da dahil olmak üzere ortak sosyal normlar kümesini temsil eder (Fiske, Kitayama, Markus ve Nisbett, 1998; Markus, Kitayama ve Heiman, 1996; Matsumoto, 2001). Kültürler hayatımızın her yönünü etkiler ve kültürümüzün hayatımızı en az evrimsel deneyimimiz kadar tanımladığını söylemek yanlış olmaz (Mesoudi, 2009).
Psikologlar Batı kültürleri (Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Batı Avrupa, Avustralya ve Yeni Zelanda'dakiler dahil) ile Doğu Asya kültürleri (Çin, Japonya, Tayvan, Kore, Hindistan ve Güneydoğu Asya'dakiler dahil) arasında sosyal normlar açısından temel bir fark olduğunu tespit etmişlerdir. Batı kültürlerindeki normlar öncelikle bireyciliğe yöneliktir; bu da kişinin kendine değer vermesi ve diğerlerinden bağımsız olmasıyla ilgilidir. Batı kültürlerinde çocuklara kişisel benlik duygusu geliştirmeleri ve buna değer vermeleri ve kendilerini büyük ölçüde çevrelerindeki diğer insanlardan ayrı görmeleri öğretilir. Batı kültürlerindeki çocuklar kendilerini özel hissederler; projelerinde altın yıldız almaktan ve sınıftaki en iyi notu almaktan hoşlanırlar. Batı kültürlerindeki yetişkinler, genellikle başkalarıyla karşılaştırmalı olarak (hatta başkalarının zararına) kendi bireysel başarılarını desteklemeye yöneliktir.
Doğu Asya kültüründeki normlar ise karşılıklı bağımlılık veya kolektivizm yönündedir. Bu kültürlerde çocuklara başkalarıyla uyumlu sosyal ilişkiler geliştirmeye odaklanmaları öğretilir. Baskın normlar, grup birlikteliği ve bağlılığı ile kişinin ailesine ve diğer gruplara karşı görev ve sorumluluklarıyla ilgilidir. Kendilerini tanımlamaları istendiğinde, Doğu Asya kültürüne mensup kişilerin, Batı kültürüne mensup kişilere kıyasla, yakın arkadaşları ve meslektaşları da dahil olmak üzere başkalarının çıkarlarıyla özellikle ilgilendiklerini belirtme olasılıkları daha yüksektir.
Bir diğer önemli kültürel farklılık ise, farklı kültürlerdeki insanların sosyal normları dikkate almaksızın kendi bireyselliklerini ifade etmekte özgür olmak yerine, sosyal normlara ve geleneklere ne ölçüde bağlı olduklarıdır (Chan, Gelfand, Triandis ve Tzeng, 1996). Kültürler ayrıca, bireylerin konuşurken birbirlerine ne kadar yakın durdukları ve kullandıkları iletişim tarzları gibi kişisel alan açısından da farklılık gösterir.
Kültürlerin ve kültürel farklılıkların farkında olmak önemlidir çünkü farklı kültürel geçmişlere sahip insanlar, seyahatlerin ve göçlerin artması, internetin ve diğer iletişim biçimlerinin gelişmesi sonucunda giderek daha fazla birbirleriyle temas etmektedir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde birçok farklı etnik grup vardır ve azınlık (Beyaz olmayan) gruplardan gelen nüfusun oranı yıldan yıla artmaktadır. Davranışı anlamaya yönelik sosyal-kültürel yaklaşım, bize insan doğası hakkında geniş genellemeler yapmanın zorluğunu bir kez daha hatırlatmaktadır. Farklı insanlar farklı şeyleri farklı şekilde deneyimler ve farklı kültürlerde farklı şekilde deneyimlerler.
Psikolojinin Birçok Disiplini
Psikoloji tek bir disiplin değil, en azından bazı ortak yaklaşımları paylaşan ve tutarlı bir disiplin oluşturmak için birlikte çalışan ve bilgi alışverişinde bulunan birçok alt disiplinden oluşan bir koleksiyondur (Yang & Chiu, 2009). Psikoloji alanı çok geniş olduğundan, öğrenciler hangi alanların ilgi alanlarına en uygun olduğunu ve hangi tür kariyerlerin kendilerine uygun olabileceğini merak edebilirler. Aşağıdaki tablo "Psikolojide Bazı Kariyer Yolları" bu soruların yanıtlarını düşünmenize yardımcı olacaktır. Psikolojinin bu farklı alanları ve bunlarla ilişkili kariyerler hakkında daha fazla bilgiyi http://www.apa.org/careers/psyccareers/ adresinden edinebilirsiniz.
Psikoloji alanı | Açıklama | Kariyer fırsatları |
Biyopsikoloji ve nörobilim | Bu alan, farklı beyin bölgelerinin işleyişini ve hormonların ve nörotransmitterlerin davranış üzerindeki etkilerini inceleyerek hayvanlarda ve insanlarda davranışın fizyolojik temellerini inceler. | Biyopsikologların çoğu araştırma ortamlarında -örneğin üniversitelerde, federal hükümet için ve özel araştırma laboratuvarlarında- çalışmaktadır. |
Klinik ve danışmanlık psikolojisi | Bunlar psikolojinin en geniş alanlarıdır. Odak noktası, ruhsal bozuklukların değerlendirilmesi, teşhisi, nedenleri ve tedavisidir. | Klinik ve danışmanlık psikologları, yaşam deneyimlerini iyileştirmek amacıyla hastalara terapi sağlarlar. Hastanelerde, okullarda, sosyal kurumlarda ve özel muayenehanelerde çalışırlar. Bu kariyere olan talep yüksek olduğu için akademik programlara giriş oldukça rekabetçidir. |
Bilişsel psikoloji | Bu alan, insanların hafızasını, dilini ve düşüncesini incelemek için reaksiyon süresi ve beyin görüntüleme gibi sofistike araştırma yöntemlerini kullanır. | Bilişsel psikologlar öncelikle araştırma ortamlarında çalışırlar, ancak bazıları (insan-bilgisayar etkileşimlerinde uzmanlaşanlar gibi) işletmeler için danışmanlık yapar. |
Gelişimsel psikoloji | Bu psikologlar, yaşam süresi boyunca meydana gelen bilişsel, duygusal ve sosyal değişimler üzerine araştırmalar yürütürler. | Birçoğu araştırma ortamlarında çalışmaktadır, ancak diğerleri Head Start gibi müdahale programlarının etkinliğini iyileştirmeye ve değerlendirmeye yardımcı olmak için okullarda ve toplum kuruluşlarında çalışmaktadır. |
Adli psikoloji | Adli psikologlar, hakimlerin, avukatların, mahkeme jürilerinin ve ceza adaleti sistemindeki diğer kişilerin davranışlarını anlamak için psikolojik ilkeleri uygularlar. | Adli psikologlar ceza adaleti sisteminde çalışırlar. Mahkemede tanıklık yapabilirler ve görgü tanıklarının ifadelerinin güvenilirliği ve jüri seçimi hakkında bilgi verebilirler. |
Sağlık psikolojisi | Sağlık psikologları biyoloji, davranış ve sosyal durumun sağlık ve hastalığı nasıl etkilediğini anlamakla ilgilenirler. | Sağlık psikologları, daha iyi bir sağlığı teşvik etmek için klinik ortamlarda tıp uzmanlarıyla birlikte çalışır, araştırma yapar ve üniversitelerde ders verir. |
Endüstri-örgüt ve çevre psikolojisi | Endüstri-örgüt psikolojisi, çalışanların performansını ve refahını artırmak amacıyla psikolojiyi işyerine uygular. | Bu alanlarda, genellikle işletmelerde çalışan çok çeşitli kariyer fırsatları vardır. Bu psikologlar çalışanların seçilmesine, çalışan performansının değerlendirilmesine ve farklı çalışma koşullarının davranış üzerindeki etkilerinin incelenmesine yardımcı olurlar. Ayrıca çalışan performansını artıran ve kazaları azaltan ekipman ve ortamlar tasarlamak için de çalışabilirler. |
Kişilik psikolojisi | Bu psikologlar insanları ve aralarındaki farklılıkları inceler. Amaç, bireylerin psikolojik süreçlerini açıklayan teoriler geliştirmek ve bireysel farklılıklara odaklanmaktır. | Çoğu akademik ortamlarda çalışır, ancak kişilik psikologlarının becerileri iş dünyasında, örneğin reklamcılık ve pazarlamada da talep görmektedir. Kişilik psikolojisi doktora programları genellikle sosyal psikoloji programları ile bağlantılıdır. |
Okul ve eğitim psikolojisi | Bu alan, insanların okulda nasıl öğrendiğini, okul programlarının etkinliğini ve öğretim psikolojisini inceler. | Okul psikologları ilk ve orta dereceli okullarda veya okul bölge ofislerinde öğrenciler, öğretmenler, ebeveynler ve yöneticilerle birlikte çalışırlar. Çocukların psikolojik ve öğrenme sorunlarını değerlendirebilir ve bu sorunların etkisini en aza indirmek için programlar geliştirebilirler. |
Sosyal ve kültürler arası psikoloji | Bu alan, insanların diğer insanlarla olan etkileşimlerini inceler. Çalışma konuları arasında uygunluk, grup davranışı, liderlik, tutumlar ve kişi algısı yer alır. | Birçok sosyal psikolog pazarlama, reklamcılık, organizasyon, sistem tasarımı ve diğer uygulamalı psikoloji alanlarında çalışmaktadır. |
Spor psikolojisi | Bu alan, spor davranışının psikolojik yönlerini inceler. Amaç, egzersiz ve takım etkileşimlerinin rolü de dahil olmak üzere sporda performansı etkileyen psikolojik faktörleri anlamaktır. | Spor psikologları spor salonlarında, okullarda, profesyonel spor takımlarında ve sporun uygulandığı diğer alanlarda çalışırlar. |
Günlük Yaşamda Psikoloji: Nasıl Etkili Öğrenilir ve Hatırlanır |
Psikolojik araştırma bulgularının size özellikle yardımcı olabileceği bir yol, öğrenme ve çalışma becerilerinizi geliştirmektir. Psikolojik araştırmalar, öğrenme ve hafıza ilkeleri hakkında önemli miktarda bilgi sağlamıştır. Bu bilgiler, bu ve diğer derslerde daha başarılı olmanıza ve hayatınızın diğer alanlarında yeni kavram ve teknikleri daha iyi öğrenmenize yardımcı olabilir. Üniversitede öğrenebileceğiniz en önemli şey nasıl daha iyi çalışacağınız, öğreneceğiniz ve hatırlayacağınızdır. Bu beceriler, yeni işler öğrenirken ve başka sorumluluklar üstlenirken hayatınız boyunca size yardımcı olacaktır. Öğrenme ve hafıza konusunda önemli bireysel farklılıklar vardır, öyle ki bazı insanlar diğerlerinden daha hızlı öğrenir. Ancak öğrenmeniz düşündüğünüzden daha uzun sürse bile, çalışmak için harcadığınız ekstra zaman bu çabaya değer. Ve öğrenmeyi öğrenebilirsiniz-etkili bir şekilde çalışmayı ve bilgiyi hatırlamayı öğrenmek, tıpkı bir spor veya video oyunu oynamak gibi başka herhangi bir beceriyi öğrenmek gibidir. İyi öğrenmek için öğrenmeye hazır olmanız gerekir. Yorgun olduğunuzda, stres altında olduğunuzda veya alkol ya da uyuşturucu kullandığınızda iyi öğrenemezsiniz. Tutarlı bir uyku ve yemek rutini tutturmaya çalışın. Ilımlı ve besleyici beslenin ve başta alkol olmak üzere hafızayı zayıflatabilecek ilaçlardan kaçının. Kafein, amfetamin gibi uyarıcıların veya piyasadaki birçok “hafıza güçlendirici ilacın” öğrenmenize yardımcı olacağına dair hiçbir kanıt yoktur (Gold, Cahill ve Wenk, 2002; McDaniel, Maier ve Einstein, 2002). Hafıza takviyeleri genellikle bir kutu şekerli soda içmekten daha etkili değildir, bu da glikoz salgılar ve böylece hafızayı biraz geliştirir. Psikologlar, insanların yeni bilgiler edinmesini, bu bilgileri zaman içinde akılda tutmasını ve hafızamızda depolanan bilgileri geri getirmesini en iyi sağlayan yolları incelemişlerdir. Önemli bulgulardan biri, öğrenmenin aktif bir süreç olduğudur. Bilgiyi en etkili şekilde edinmek için, onu aktif olarak manipüle etmeliyiz. Aktif yaklaşımlardan biri provadır-öğrenilecek bilginin defalarca tekrarlanması. Her ne kadar basit tekrarlar öğrenmemize yardımcı olsa da, psikolojik araştırmalar, bilgiyi en etkili şekilde, anlamı üzerinde aktif olarak düşündüğümüzde veya detaylandırdığımızda ve materyali başka bir şeyle ilişkilendirdiğimizde edindiğimizi ortaya koymuştur. Çalışırken, bilgiyi zaten bildiğiniz diğer şeylerle ilişkilendirerek detaylandırmaya çalışın. Örneğin, farklı psikoloji ekollerini hatırlamak istiyorsanız, her bir yaklaşımın diğerlerinden nasıl farklı olduğunu düşünmeye çalışın. Yaklaşımlar arasında karşılaştırmalar yaparken, her birinde en önemli olanın ne olduğunu belirleyin ve ardından bunu diğer yaklaşımların özellikleriyle ilişkilendirin. Ayrıntılı kodlamanın etkinliğini gösteren önemli bir çalışmada Rogers, Kuiper ve Kirker (1977), öğrencilerin bilgiyi kendileriyle ilişkilendirdiklerinde en iyi şekilde öğrendiklerini bulmuştur (öz referans etkisi olarak bilinen bir fenomen). Bu araştırma, materyalin kendi ilgi alanlarınız ve hedeflerinizle nasıl ilişkili olduğunu hayal etmenin onu öğrenmenize yardımcı olacağını göstermektedir. Loci yöntemi olarak bilinen bir yaklaşım, hatırlamanız gereken her bir bilgi parçasını aşina olduğunuz yerlerle ilişkilendirmeyi içerir. Büyüdüğünüz evi ve içindeki odaları düşünebilirsiniz. O zaman davranışçıları yatak odasına, yapısalcıları oturma odasına ve işlevselcileri de mutfağa koyabilirsiniz. Daha sonra bilgileri hatırlamanız gerektiğinde, evinizin zihinsel görüntüsünü geri çağırırsınız ve her bir alandaki insanların her birini “görebilmeniz” gerekir. Öğrenmenin en temel ilkelerinden biri aralık etkisi olarak bilinir. Hem insanlar hem de hayvanlar, bir materyali uzun bir süre boyunca bir kez çalışmak yerine, uzun bir süre boyunca birkaç kısa çalışma periyodunda çalıştıklarında daha kolay hatırlar veya öğrenirler. Bir sınava hazırlanmak, öğrenmek için özellikle etkisiz bir yoldur. Psikologlar, insanların kendileri için zor ama gerçekçi hedefler belirlediklerinde performanslarının arttığını da bulmuşlardır (Locke & Latham, 2006). Bu bilgiyi öğrenmenize yardımcı olması için kullanabilirsiniz. Çalışmak için harcayacağınız zaman ve öğrenecekleriniz için gerçekçi hedefler belirleyin ve bu hedeflere sadık kalmaya çalışın. Her gün küçük bir miktar yapın ve haftanın sonunda çok şey başarmış olacaksınız. Kendi bilgimizi yeterince değerlendirme becerimiz üstbiliş olarak bilinir. Araştırmalar, üstbilişimizin bizi aşırı özgüvenli hale getirebileceğini ve öğrenmediğimiz halde öğrendiğimize inanmamıza yol açabileceğini öne sürüyor. Bu sorunun üstesinden gelmek için notlarınızın üzerinden tekrar tekrar geçmeyin. Bunun yerine, soruların bir listesini yapın ve cevaplayıp cevaplayamayacağınıza bakın. Bilgileri tekrar çalışın ve birkaç dakika sonra kendinizi tekrar test edin. Herhangi bir hata yaptıysanız, tekrar çalışın. Sonra yarım saat bekleyin ve kendinizi tekrar test edin. Ardından 1 gün sonra ve 2 gün sonra tekrar test edin. Bilgiyi aktif bir şekilde geri getirme yoluyla kendini test etmek, sadece materyali çalışmak yerine daha iyidir çünkü gerçekten bildiğini anlamanı sağlayacaktır. Özetle, herkes daha iyi öğrenmeyi öğrenebilir. Öğrenmek önemli bir beceridir ve daha önce bahsedilen yönergeleri takip etmek muhtemelen daha iyi öğrenmenize yardımcı olacaktır. |
Önemli Çıkarımlar |
-İlk psikologlar filozoftu, ancak daha sofistike bilimsel yaklaşımlar geliştirildikçe ve kullanıldıkça alan daha ampirik ve nesnel hale geldi. -Psikologlar tarafından sorulan bazı temel sorular arasında doğaya karşı yetiştirme, özgür iradeye karşı determinizm, doğruluğa karşı yanlışlık ve bilinçli işleme karşı bilinçsiz işleme gibi sorular yer almaktadır. -Yapısalcılar iç gözlem yoluyla bilincin doğasını analiz etmeye çalışmışlardır. -İşlevselciler fikirlerini Darwin’in çalışmalarına dayandırmış ve yaklaşımları evrimsel psikoloji alanına yol açmıştır. -Davranışçılar davranışı uyarıcı, tepki ve pekiştirme terimleriyle açıklarken özgür iradenin varlığını reddettiler. -Bilişsel psikologlar insanların bilgiyi nasıl algıladığını, işlediğini ve hatırladığını inceler. -Psikodinamik psikoloji, bilinçdışı dürtülere ve psikanaliz ve psikoterapi yoluyla yaşamları iyileştirme potansiyeline odaklanır. -Sosyal-kültürel yaklaşım, kültürlerin ve sosyal normların davranışlarımızı nasıl etkilediği de dahil olmak üzere sosyal duruma odaklanır. |
Alıştırmalar ve Eleştirel Düşünme |
1. Psikologlar, filozofların tam veya doğru olarak cevaplayamayacağı ne tür sorulara cevap verebilir? Psikologların bu soruları neden filozoflardan daha iyi yanıtlayabileceğini düşündüğünüzü açıklayın. 2. Psikolojinin temel sorularından birini seçin ve kendi deneyimlerinizden bir tarafı ya da diğerini destekleyen bazı kanıtlar sunun. 3. Bu bölümde tartışılan psikoloji alanlarından ikisini seçin ve davranışı anlamaya yönelik yaklaşımları ve odaklandıkları açıklama düzeyi açısından nasıl farklılık gösterdiklerini açıklayın. |
Yorumlar
Yorum Gönder