Dünyamızı Duyumlar Yoluyla Deneyimliyoruz

 

Duyusal Eşikler: Ne Deneyimleyebiliriz?

İnsanlar, etrafımızı saran görüntülerin, seslerin, kokuların ve tatların renk cümbüşünü algılamamıza olanak tanıyan güçlü duyusal kapasitelere sahiptir. Gözlerimiz ışık enerjisini algılar ve kulaklarımız ses dalgalarını alır. Derimiz dokunma, basınç, sıcak ve soğuğu hisseder. Dilimiz yediğimiz gıdaların moleküllerine tepki verir ve burnumuz havadaki kokuları algılar. İnsanın algısal sistemi doğruluk için tasarlanmıştır ve insanlar kendilerine sunulan çok çeşitli bilgileri kullanmakta son derece iyidir (Stoffregen & Bardy, 2001).

Birçok yönden duyularımız oldukça dikkat çekicidir. İnsan gözü 30 mil uzakta yanan tek bir mum alevine eşdeğer alevi algılayabilir ve 300.000'den fazla farklı rengi ayırt edebilir. İnsan kulağı 20 hertz (saniye başına titreşim) kadar düşük ve 20.000 hertz kadar yüksek sesleri algılayabilir ve sessiz bir odada yaklaşık 20 fit uzaklıktaki bir saatin tik taklarını duyabilir. İki galon suda eritilmiş bir çay kaşığı şekerin tadını alabiliyoruz ve üç odalı bir daireye yayılmış bir damla parfümün kokusunu alabiliyoruz. Yanağımıza 1 santimetre yukarıdan düşen bir arının kanadını hissedebiliriz (Galanter, 1962).

Bağlantı
İnsan kulağının algılayabileceği ses aralığı hakkında bir fikir edinmek için işitme duyunuzu burada test etmeyi deneyin:

http://test-my-hearing.com/
A dog sniffing for explosives by a car[Wikimedia Commons - CC BY 3.0.] Köpeğin son derece hassas koku alma duyusu, kayıp kişiler, patlayıcılar, yiyecekler ve uyuşturucu aramalarında faydalı olur.

Hissettiğimiz çok şey olmasına rağmen, hissetmediğimiz daha da fazla şey var. Köpekler, yarasalar, balinalar ve bazı kemirgenler bizden çok daha iyi işitme duyusuna sahiptir ve birçok hayvan çok daha zengin bir koku alma duyusuna sahiptir. Kuşlar bizim göremediğimiz ultraviyole ışığı görebilirler (bkz. aşağıdaki şekil "Ultraviyole Işık ve Kuş Görüşü") ve ayrıca dünyanın manyetik alanının çekimini de algılayabilirler. Kediler son derece hassas ve sofistike bir dokunma duyusuna sahiptir ve bıyıklarını kullanarak tamamen karanlıkta yönlerini bulabilirler. Farklı organizmaların farklı duyulara sahip olması, adaptasyonlarının bir parçasıdır. Her tür, kendileri için en önemli olan şeyleri algılamaya adapte olurken, önemli olmayan şeylerden mutlulukla habersizdir.

Şekil; Ultraviyole Işık ve Kuş Görüşü

Birds can see in ultraviolet light so they are much more colorful to each other than they are to us humansKuşlar ultraviyole ışığı görebildiği halde insanlar göremediği için, bize düz siyah bir kuş gibi görünen şey, bir kuşa çok daha farklı görünür. [Kaynak: Fatal Light Awareness Program'dan uyarlanmıştır. (2008). Flap Research - kamu malı.]

Duyum Ölçümü

Psikofizik, fiziksel uyarıcıların duyusal algılar ve zihinsel durumlar üzerindeki etkilerini inceleyen psikoloji dalıdır. Psikofizik alanı, bir uyarıcının gücü ile bir kişinin uyarıcıyı algılama yeteneği arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk kişi olan Alman psikolog Gustav Fechner (1801-1887) tarafından kurulmuştur.

Fechner ve meslektaşları tarafından geliştirilen ölçüm teknikleri, kısmen insan duyusunun sınırlarını belirlemeye yardımcı olmak için tasarlanmıştır. Önemli bir kriter, çok zayıf uyaranları tespit etme yeteneğidir. Bir duyunun mutlak eşiği, bir organizmanın onu zar zor algılamasını sağlayan bir uyaranın yoğunluğu olarak tanımlanır.

Tipik bir psikofizik deneyinde, bir bireye bir sinyalin bazen sunulduğu bazen sunulmadığı veya aynı ya da farklı iki uyaranın sunulduğu bir dizi deneme sunulur. Örneğin, sizden bir işitme testine girmeniz istendiğini düşünün. Her denemede göreviniz, bir ses duyduğunuzda "evet", duymadığınızda ise "hayır" demek olsun. Sinyaller kasıtlı olarak çok zayıf olacak şekilde üretilmiştir, bu da doğru yargılarda bulunmayı zorlaştırmaktadır.

Sizin için sorun, çok zayıf sinyallerin belirsizlik yaratmasıdır. Kulaklarımız sürekli olarak beyne arka plan bilgisi gönderdiğinden, bazen hiç ses yokken bir ses duyduğunuzu düşünecek, bazen de var olan bir sesi algılayamayacaksınız. Göreviniz, yaşadığınız nöral aktivitenin yalnızca arka plan gürültüsünden mi kaynaklandığını yoksa gürültü içindeki bir sinyalin sonucu mu olduğunu belirlemektir.

İşitme testinde verdiğiniz yanıtlar sinyal algılama analizi kullanılarak analiz edilebilir. Sinyal algılama analizi, algılayıcının gerçek sinyalleri arka plan gürültüsünden ayırma yeteneğini belirlemek için kullanılan bir tekniktir (Macmillan & Creelman, 2005; Wickens, 2002). Aşağıdaki şekil "Bir Sinyal Algılama Analizinin Sonuçları" bölümünde görebileceğiniz gibi, her bir yargı denemesi dört olası sonuç yaratır: Dinleyici olarak bir ses olduğunda doğru bir şekilde "evet" dediğinizde bir isabet meydana gelir. Hiçbir sinyale "evet" yanıtı vermediğinizde yanlış alarm oluşur. Diğer iki durumda "hayır" yanıtı verirsiniz - ya ıskalarsınız (sinyal varken "hayır" dersiniz) ya da doğru bir şekilde reddedersiniz (aslında sinyal yokken "hayır" dersiniz).

Şekil; Sinyal Tespit Analizinin Sonuçları

Uyaranları doğru bir şekilde tespit etme yeteneğimiz bir sinyal algılama analizi kullanılarak ölçülür. Olası kararlardan ikisi (isabet ve doğru reddetme) doğrudur; diğer ikisi (ıskalama ve yanlış alarm) hatadır.

Bir psikofizik deneyinden elde edilen verilerin analizi iki ölçüm oluşturur. Hassasiyet olarak bilinen bir ölçü, bireyin sinyallerin varlığını veya yokluğunu tespit etme konusundaki gerçek yeteneğini ifade eder. İşitme duyusu daha iyi olan kişiler, işitme duyusu daha zayıf olanlara göre daha yüksek hassasiyete sahip olacaktır. Diğer ölçüt olan yanıt yanlılığı ise duyarlılıktan bağımsız olarak denemelere "evet" yanıtı verme yönündeki davranışsal eğilimi ifade etmektedir.

Örneğin, işitme testine girmek yerine, nöbet tutan bir asker olduğunuzu ve görevinizin bir düşmanın yakında olduğunu gösteren çok zayıf bir dal kırılma sesini tespit etmek olduğunu düşünün. Bu durumda, diğer askerleri sese karşı uyararak yanlış alarm vermenin, ölümcül olabilecek bir ıskalama (sesin bildirilmemesi) kadar maliyetli olmayabileceğini görebilirsiniz. Bu nedenle, emin olmadığınız her durumda bir uyarı sinyali gönderdiğiniz çok müsamahakar bir yanıt önyargısını benimseyebilirsiniz. Bu durumda yanıtlarınız çok doğru olmayabilir (çok sayıda yanlış alarm verdiğiniz için duyarlılığınız düşük olabilir) ve yine de aşırı yanıt yanlılığı hayat kurtarabilir.

Sinyal algılamanın bir başka uygulaması, tıp teknisyenleri kanserli tümörlerin varlığı için vücut görüntülerini incelediğinde ortaya çıkar. Yine, bir ıskalama (teknisyenin yanlışlıkla tümör olmadığını belirlemesi) çok maliyetli olabilir, ancak yanlış alarmların (tümörü olmayan hastaların daha ileri testlere yönlendirilmesi) da maliyeti vardır. Teknisyenlerin verdiği nihai kararlar sinyalin kalitesine (görüntünün netliği), deneyimlerine ve eğitimlerine (tümörlerin belirli şekillerini ve dokularını tanıma becerisi) ve yanlış alarmlara karşı hataların göreceli maliyetleri hakkındaki en iyi tahminlerine dayanmaktadır.

Bu noktaya kadar mutlak eşiğe odaklanmış olsak da, ikinci önemli kriter uyaranlar arasındaki farklılıkları değerlendirme becerisiyle ilgilidir. Fark eşiği (veya sadece fark edilebilir fark [JND]), bir uyarıcıda organizma tarafından zar zor algılanabilen değişikliği ifade eder. Alman fizyolog Ernst Weber (1795-1878) JND ile ilgili önemli bir keşifte bulunmuştur: farklılıkları tespit etme yeteneği farkın büyüklüğüne değil, uyarıcının mutlak büyüklüğüne oranla farkın büyüklüğüne bağlıdır. Weber yasası, bir uyarıcının sadece fark edilebilir farkının, uyarıcının orijinal yoğunluğunun sabit bir oranı olduğunu savunur. Örnek olarak, içinde çok az şeker olan bir fincan kahveniz varsa (örneğin 1 çay kaşığı), bir çay kaşığı daha şeker eklemek tatta büyük bir fark yaratacaktır. Ancak aynı çay kaşığını, içinde zaten 5 çay kaşığı şeker bulunan bir fincan kahveye eklerseniz, muhtemelen aradaki farkı o kadar fazla tadamazsınız (aslında Weber yasasına göre, tatta aynı farkı yaratmak için 5 çay kaşığı daha eklemeniz gerekir).

Weber'in yasasının ilginç bir uygulaması da günlük alışveriş davranışlarımızdır. Ürünler arasındaki maliyet farklarını algılama eğilimimiz sadece harcayacağımız veya tasarruf edeceğimiz para miktarına değil, aynı zamanda satın alma fiyatına göre tasarruf edilen para miktarına da bağlıdır. Bir marketten soda ya da şekerleme almak üzere olsaydınız ve ürünlerin fiyatı 1 ila 3 dolar arasında değişseydi, 3 dolarlık ürünün 1 dolarlık üründen "çok daha pahalı" olduğunu düşünürdünüz. Ancak şimdi, biri 397 dolar diğeri 399 dolar olan iki müzik sistemi arasında karşılaştırma yaptığınızı düşünün. Muhtemelen iki sistemin maliyetinin "yaklaşık olarak aynı" olduğunu düşünürsünüz, daha ucuz olanı satın alsanız bile yine de 2 dolar tasarruf edersiniz.

Araştırma Odağı: Farkında Olmadan Etkileme
Aşağıdaki şekil “Mutlak Eşik” üzerinde çalışırsanız, mutlak eşiğin silik bir uyaranın farkına vardığımız nokta olduğunu göreceksiniz. Bu noktadan sonra, uyaranın bilinçli olduğunu söyleriz çünkü varlığını (veya yokluğunu) zamanın %50’sinden daha iyi bir şekilde doğru olarak rapor edebiliriz. Peki bilinçaltı uyaranların (mutlak eşiğin altında gerçekleşen ve bilincinde olmadığımız olaylar) davranışlarımız üzerinde bir etkisi olabilir mi?

Çeşitli araştırma programları, bilinçaltı uyaranların en azından kısa vadede yargılarımızı ve davranışlarımızı etkileyebileceğini ortaya koymuştur (Dijksterhuis, 2010). Ancak bilinçaltı uyaranların sunumunun satın aldığımız ürünleri etkileyip etkileyemeyeceği psikolojide daha tartışmalı bir konu olmuştur. İlgili bir deneyde, Karremans, Stroebe ve Claus (2006) Hollandalı üniversite öğrencilerine ekranda BBBBBBBBB veya BBBbBBBBB gibi bir dizi harfin gösterildiği bir dizi bilgisayar denemesi izletmiştir. Ekrana dikkat ettiklerinden emin olmak için öğrencilerden dizelerin küçük bir b içerip içermediğini not etmeleri istendi. Bununla birlikte, araştırmacılar her harf dizisinden hemen önce ya Hollanda’da popüler olan bir içeceğin adını (Lipton Ice) ya da Lipton Ice ile aynı harfleri içeren bir kontrol dizisini (NpeicTol) sunmuşlardır. Bu kelimeler o kadar hızlı sunuldu ki (saniyenin sadece ellide biri kadar bir süre) katılımcılar bunları göremedi.

Daha sonra öğrencilerden “Şu anda bir terasta oturuyor olsaydınız, Lipton Ice sipariş etme olasılığınız nedir?” gibi sorulara cevap vererek Lipton Ice içme niyetlerini belirtmeleri ve ayrıca o anda ne kadar susadıklarını belirtmeleri istenmiştir. Araştırmacılar, “Lipton Ice” sözcüklerine maruz kalan öğrencilerin (ve özellikle de zaten susamış olduklarını belirtenlerin), kontrol sözcüklerine maruz kalanlara kıyasla Lipton Ice içeceklerini söyleme olasılıklarının önemli ölçüde daha yüksek olduğunu bulmuşlardır.

Eğer etkili olsaydı, bu gibi prosedürler (bir ürünün reklamını farkındalık dışında yaptığı için bu tekniğe “bilinçaltı reklam” diyebiliriz) reklamcılar için bazı önemli avantajlara sahip olurdu, çünkü tüketicilerin faaliyetlerini doğrudan kesintiye uğratmadan ve tüketiciler ikna edildiklerini bilmeden ürünlerini tanıtmalarına olanak tanırdı. İnsanlar, farkındalık dışında alınan mesajlara karşı çıkamaz veya bunlardan etkilenmekten kaçınmaya çalışamaz. İnsanların haberleri olmadan etkilenebilecekleri korkusu nedeniyle, bilinçaltı reklamcılık Avustralya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere birçok ülkede yasal olarak yasaklanmıştır.

Bazı araştırmalarda işe yaradığı kanıtlanmış olsa da, bilinçaltı reklamcılığın etkinliği hala belirsizdir. Charles Trappey (1996), bilinçaltı reklamcılığın tüketici tercihleri üzerindeki etkisini test eden 23 önde gelen araştırmayı bir araya getirdiği bir meta-analiz gerçekleştirmiştir. Yaptığı meta-analizin sonuçları, bilinçaltı reklamcılığın tüketici tercihi üzerinde ihmal edilebilir bir etkisi olduğunu göstermiştir. Saegert (1987, s. 107) ise, bilinçaltı uyarıcıların etkilerinin genellikle o kadar zayıf olduğunu ve normalde kişinin davranışla ilgili kendi kararlarının gölgesinde kaldığını savunarak, “pazarlamanın bilinçaltı reklamcılığa şüpheyle yaklaşmaktan vazgeçmesi gerektiği” sonucuna varmıştır.

Birlikte ele alındığında, bilinçaltı reklamcılığın etkinliğine ilişkin kanıtlar zayıftır ve etkileri yalnızca bazı kişilerle ve yalnızca bazı koşullarla sınırlı olabilir. Ülkenizde bilinçaltı reklamlara izin verilse bile, muhtemelen günlük yaşamınızda bilinçaltı olarak ikna edilme konusunda çok fazla endişelenmenize gerek yoktur. Ancak bilinçaltı reklamcılığın kendisi o kadar da etkili olmasa bile, kullanılan ve işe yarayan pek çok başka dolaylı reklam tekniği vardır. Örneğin, birçok otomobil ve alkollü içecek reklamı incelikle cinselleştirilmekte, bu da tüketiciyi dolaylı olarak (subliminal olmasa bile) bu ürünleri cinsellikle ilişkilendirmeye teşvik etmektedir. Bir de giderek sıklaşan “ürün yerleştirme” teknikleri var; markaların (arabalar, gazlı içecekler, elektronik aletler vb.) görüntüleri web sitelerine, popüler televizyon programlarına ve filmlere yerleştiriliyor. Harris, Bargh ve Brownell (2009), televizyonda gıda reklamlarına maruz kalan çocuk ve yetişkinlerin atıştırma davranışlarının önemli ölçüde arttığını bulmuşlardır. Bu sonuçlar, algılanan görüntülerin etkilerinin, mutlak eşik üzerinde sunulsa bile, oldukça ince olabileceğini tekrar göstermektedir.

Şekil; Mutlak Eşik

Bir uyaranın yoğunluğu arttıkça, onu algılama olasılığımız da artar. Mutlak eşiğin altındaki uyaranlar, onları bilinçli olarak algılayamasak bile, üzerimizde en azından bir miktar etkiye sahip olabilir.

Farkındalığımızın dışında gerçekleşen işlemlerin bir başka örneği de görsel korteksin belirli bölgeleri hasar gördüğünde, insanların görsel uyaranları bilinçli olarak rapor edemedikleri ancak yine de ne gördükleri hakkındaki soruları doğru bir şekilde yanıtlayabildikleri bir durum olan kör görüşe neden olduğunda görülür. Görme engelli kişilere doğrudan uyarıcıların neye benzediği sorulduğunda ya da bu uyarıcıların var olup olmadığını belirlemeleri istendiğinde, bunu şans seviyesinden daha iyi bir şekilde yapamazlar. Hiçbir şey göremediklerini bildiriyorlar. Ancak daha dolaylı sorular sorulduğunda doğru cevaplar verebiliyorlar. Örneğin, görme engelli kişiler bir nesnenin konumunu ve hareket yönünü doğru bir şekilde belirleyebilir ve basit geometrik formları ve desenleri tanımlayabilir (Weiskrantz, 1997). Öyle görünüyor ki, görsel deneyimlerin bilinçli raporları mümkün olmasa da, insanların uyaranların belirli yönlerini algılamalarını sağlayan paralel ve örtük bir süreç iş başındadır.

Önemli Çıkarımlar
-Duyum, duyu organlarımız aracılığıyla çevreden bilgi alma sürecidir. Algı, gelen bilgiyi anlayabilmemiz ve buna göre tepki verebilmemiz için yorumlama ve düzenleme sürecidir.

-Transdüksiyon, reseptör hücreleri tarafından algılanan uyaranların beyne taşınan elektrik impulslarına dönüştürülmesidir.

-Dünyaya ilişkin deneyimlerimiz zengin ve karmaşık olsa da, tüm türler gibi insanların da kendilerine özgü uyarlanmış duyusal güçleri ve duyusal sınırlamaları vardır.

-Duyum ve algı, akışkan ve sürekli bir süreç içinde birlikte çalışır.

-Algılama görevlerindeki yargılarımız hem sinyalin mutlak eşiğinden hem de mevcut motivasyon ve deneyimlerimizden etkilenir. Sinyal algılama analizi, duyarlılığı tepki önyargılarından ayırmak için kullanılır.

-Fark eşiği ya da sadece fark edilebilir fark, bir uyarıcıdaki en küçük değişikliği zamanın yaklaşık %50’sinde tespit etme yeteneğidir. Weber yasasına göre, fark edilebilir fark, uyarıcının toplam yoğunluğuyla orantılı olarak artar.

-Araştırmalar, uyarıcıların mutlak eşiğin altında (yani bilinçaltı olarak) sunulduklarında bile davranışı etkileyebildiğini ortaya koymuştur. Bununla birlikte, bilinçaltı reklamcılığın etkinliğinin büyük boyutlarda olduğu gösterilmemiştir.

Alıştırmalar ve Eleştirel Düşünme
1. Kendi askerlerinin kazara vurulması (dost ateşi) savaşlarda sıkça görülür. Duyum, algı ve psikofizik hakkında öğrendiklerinize dayanarak, sizce askerler neden yanlışlıkla kendi askerlerine ateş edebilir?

2. Biri 1 ons diğeri 2 ons ağırlığında iki mektup alırsak, aradaki farkı fark edebiliriz. Ancak biri 3 kilo 1 ons, diğeri 3 kilo 2 ons ağırlığında iki paketi elimize alırsak, aradaki farkı anlayamayız. Neden?

3. Bir dakikanızı ayırın ve yatak odanızda sessizce uzanın. Görebildiğiniz, duyabildiğiniz ve hissedebildiğiniz şeylerin çeşitliliğine ve seviyelerine dikkat edin. Bu deneyim mutlak eşik fikrini anlamanıza yardımcı oluyor mu?

  • Dijksterhuis, A. (2010). Automaticity and the unconscious. In S. T. Fiske, D. T. Gilbert, & G. Lindzey (Eds.), Handbook of social psychology (5th ed., Vol. 1, pp. 228–267). Hoboken, NJ: John Wiley & Sons.
  • Galanter, E. (1962). Contemporary Psychophysics. In R. Brown, E. Galanter, E. H. Hess, & G. Mandler (Eds.), New directions in psychology. New York, NY: Holt, Rinehart and Winston.
  • Harris, J. L., Bargh, J. A., & Brownell, K. D. (2009). Priming effects of television food advertising on eating behavior. Health Psychology, 28(4), 404–413.
  • Karremans, J. C., Stroebe, W., & Claus, J. (2006). Beyond Vicary’s fantasies: The impact of subliminal priming and brand choice. Journal of Experimental Social Psychology, 42(6), 792–798.
  • Macmillan, N. A., & Creelman, C. D. (2005). Detection theory: A user’s guide (2nd ed). Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum Associates; Wickens, T. D. (2002). Elementary signal detection theory. New York, NY: Oxford University Press.
  • Saegert, J. (1987). Why marketing should quit giving subliminal advertising the benefit of the doubt. Psychology and Marketing, 4(2), 107–120.
  • Stoffregen, T. A., & Bardy, B. G. (2001). On specification and the senses. Behavioral and Brain Sciences, 24(2), 195–261.
  • Trappey, C. (1996). A meta-analysis of consumer choice and subliminal advertising. Psychology and Marketing, 13, 517–530.
  • Weiskrantz, L. (1997). Consciousness lost and found: A neuropsychological exploration. New York, NY: Oxford University Press.




    Yorumlar

    Bu blogdaki popüler yayınlar

    Gelişim ve Kalıtım Eleştirel Düşünme Soruları

    Periodonsiyum Klinik Uygulamalar

    Dentin Oluşumu